Ana içeriğe atla

Hayatın anlamı üzerine

 Bütün insanlar doğaları gereği bilmek isterler. Bu sebeple insan nereden geldiğini, niçin yaşadığını bilmeli ve sorgulamalıdır. Zira "sorgulanmamış yaşam, yaşanmaya değer değildir." Nitekim insanın en doğal ihtiyacı hakikatı bilme ihtiyacıdır. Nedir hayatın anlamı? Neden buradayız? Gayemiz tam olarak nedir? Hayat bana ne verecek? Bu hayatla ne yapmalıyım? vs. gibi sorular sorulmuş ve sorulmaya devam ediliyor..

Şimdi "yaşamın anlamı nedir?" problemini ele almadan önce bu sorunun muhtevasını irdeleyelim. Bin yıllardan beri filozofların ve aslında tüm tüm insanlığın kafa yorduğu "yaşamın anlamı nedir?" sorusu kanaatimce çok yanlış bir bağlamdan ve çok yanlış bir motivasyonla soruluyor..

Bu soruyla meşgul olan insanlar, -yaşam bana ne verecek, yaşamdan alacaklıyım ve bu alacağım ne, nerede, nasıl alacağım? Bu alacağıma nasıl ulaşabilirim? Yaşamdan bana vaddedilen şeyi nasıl tahsil edebilirim- gibi bir yerden soruyorlar.

Dolayısıyla burda bir yaşam ideali ortaya çıkıyor. Mutluluk ideali, başarı ideali, bilgelik ideali, zenginlik ideali gibi..

Ve insanlar bu idealler üzerinden hayat kurup yaşamaya gayret gösteriyorlar.

Niçin buradayım? Mutlu olmalıyım, başarılı bir kariyer yapmalıyım, zengin olmalıyım vs..

Dolayısıyla bu bakış açısıyla açığa çıkan motivasyon insanları yaşama karşı kışkırtan, saldırgan hale getiren, yaşamdan kendini alacaklı hissettiren ve bundan mütevellit yaşamdan alacağını tahsil edilmediği zaman insanı mutsuzluğa, acıya ve ıstırapa getirmiştir. Şimdi ben bu sorunun yanlış bir bağlamdan ve yanlış bir motivasyonla sorulduğunu, sorunun doğru dürüst anlaşılmadığını açıklamaya gayret edeceğim. 

Bir şeyin anlamı demek, ne demek? Bir şeyin anlamı ile ne kastediyoruz? Öncelikle anlam nedir?

TDK'ya göre anlamın tanımı: Bir kelimeden, bir sözden, bir davranış veya olgudan anlaşılan şey, bunların hatırlattığı düşünce veya nesne.. 

Pekala şimdi örneklerle pekiştirip akabinde problemimize doğru nihai bir çıkarım yapalım. 

Mesela güneşin anlamı ışık yayıp canlılığı sürdürmektir. Güneş nesnesinden ışık yayma özelliğini alırsak, ortada güneş diye bir nesne kalır mıydı? Örneğin kalem nesnesinden yazı yazma fonksiyonu alırsak, ortada kalem diye bir nesne kalır mıydı? Ya da telefondan iletişim vasfını alsak telefon diye bir şey kalır mıydı? Bu ve bu gibi şeylerden çıkarsama yapmak gerekirse yaşamdan da yaşamı fesh edecek, lağvedecek, bitirecek şey neyse işte yaşamın anlamı o olur.

Ki zaten anlamı kıyasla kurmaz mıyız? Her şey zıddıyla anlam kazanır. Geceyi anlamlı kılan gündüz, karanlığı anlamlı kılan ışık, sıcağı anlamlı kılan soğuk, yumuşağı anlamlı kılan sertlik, iyiliği anlam kılan kötülük değil midir? Aynı mantıkla yaşamı anlamlı kılan sizce nedir?.. 

"Yaşamın anlamı nedir?" diye sorduğumuz zaman cevabı şuna göre aramamız gerekiyor. Anlam dediğimiz şey bir şeyde olmazsa olmaz olandır. O şeyin tanımında var olan, o şeye içkin olan ve o şeyden çekilip çıkarıldığı zaman o şeyi fesheden, o şeyi yok eden bir anlam ögesidir. Yukarıda sıraladığım örnekler gibi. 

Dolayısıyla görmeliyiz ki; yukarıda saymış olduğum idealler(mutluluk, zenginlik, başarı) gibi yaşam organizasyonundan çekilip çıkarıldığı zaman yaşam ortadan kalkmıyor, yaşam fesh olmuyor.

Yani mutsuz bir yaşam hala bir yaşam, başarısız bir yaşam hala bir yaşam..

Dolayısıyla bizim aramamız gereken şey yaşamdan çekilip çıkarıldığı zaman, yaşamın bile ortadan kalkması gerekiyor. İşte bu anlam ögesi ölümdür. Yaşamın anlamı nedir? Ölümdür.. Ölüm hakikatidir, ölüm bilgisidir. 

Ölüm aslında yaşamı ortadan kaldıran bir şeymiş gibi algılanıyor. Bu yüzden asempatik ve soğuk bir kavram olarak görünüyor. Oysa ölüm tam tersi yaşamı inşa eden, tesis eden bir hakikattir.

Ve ölümün bilgisi bizim yaşamımızı anlamlı kılan, yaşam organizasyondaki tüm eylemlerimizi değerli kılan bir şeydir. Eğer ki ölüm olmasaydı ortada bir yaşam olur muydu? Ya da yaşamdaki etkinliklerimiz anlamlı ve değerli kabul edilebilir miydi? Eğer ki bir son yoksa yani bir ufuk çizgisi yoksa burada yaptığım hiç bir şeyin anlamı ve değeri yoktur. Çünkü benim adım atışımı anlamlı kılan şey, bu adımlarının bir yerde bitecek olmasıdır. Yani bir son, ufuk(ölüm) var olmasıdır.

Ben şu an bir eylemde bulunuyorsam ve ileriye doğru bir adım atıyorsam eğer, bunu ölecek olan bilgimden dolayı atıyorum.

Ayrıca biliyoruz ki ölümün bilgisi denilen şey, zihinsel bir bilgi türü değil tamamıyla biyolojiktir. Ölümün bilgisi bedenseldir. Tüm canlılarda olan bedensel bir bilgi türüdür. Ölecek olduğu bilgisiyle her canlı devinim kabiliyetine sahiptir. Eylemleri bu ölüm bilgisi güdüler, motive eder.

Dolayısıyla yaşamın anlamı nedir?

1.) Ölümün bilgisine sahip olmaktır.

2.) Ölümün bilgisiyle ileri doğru atılmaktır.

Ben her ne zaman ileri doğru adım attığımda bir anlam inşa ederim. İleri doğru her adım atılışım bir anlam tesis eder. Dolayısıyla yaşamın anlamı dediğimiz şey, - bir yerde üst bir primatta ulaşılması hedeflenen- sabit duran ve bizim onu almamızı bekleyen zenginlik, mutluluk, başarı gibi şeyler değildir. İleri doğru attığım her adım bir anlam inşasıdır. Dolayısıyla ölüm de bu yönde bize verilen bir armağandır, bir mucizedir tüm canlılığa. Çünkü biz eylemselsek, sürekli olarak yeni bir anlam tesis edebiliyorsak ve adım atmak için bedenimiz motiveyse bu ölümün sayesindedir. 

Dolayısıyla yaşamın anlamı buradan ele almak gerekiyor. Yani ölecek olduğumun bilgisi benim yaşamımı anlamlı ve değerli hale getiriyor. Eğer ki ölüm olmasaydı; tanımlayabileceğimiz ve içinde bulunacağımız bir yaşam organizasyonumuz olmayacaktı.

Dolayısıyla yaşama karşı saldırganlaşmaya hiç gerek yok, yaşamdan alacaklı değiliz, yaşamı bir güç savaşı haline getirmeye gerek yok, doğayı elde etmeye gerek yok ve attığımız her adımın bir anlam inşası olduğunu kavramaya fazlasıyla gerek var artık!..

Yorumlar

  1. Düşündüren bir yazı Yaşam ümle anlamlı çok doğru Ölüm yaşam döngüsünün yani ne sonsuz sınırsız gelişimin olduğunu da düşündürdünüz bana

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sağcılık ve Solculuk nedir arasındaki farklar ve tarihsel kökeni..

Sahi siyasetteki "Sağcı" ve "Solcu" Kavramları Nerden Geliyor? Tarihsel kökeni nedir? Kendini, ‘Ben sağcıyım’ veya ‘solcuyum’ diye nitelendirilen arkadaşlar, şöyle bir toplanın bakalım. Sağcı kimdir, solcu kime denir, hep beraber öğrenelim; Sağcılık ve solculuk kavramlarının kökenini Fransız ihtilaline kadar geri götürebiliriz. Fransız ihtilalinin çalkantılı dönemlerinde 16.Laouis karışıklıkların daha fazla büyümemesi için halkı toplantıya çağırmıştı. Adı her ne kadar halk meclisi olsa toplantıda son söz ve veto hakkı kralın elindeydi. Halk ekmek derdindeyken,kral,soylular ve kilise varolan haklarını koruma ve daha fazlasını elde etme arzusundaydı. Bu mecliste kralın sağındakiler var olan düzeni savunurken,solundaysa halk destekçisi yenilikçiler vardı. Şöyle ki meşrutiyetçiler yani kralın yerinde kalmasını fakat bir meclisle yönetimi paylaşmasını savunanlar sağ tarafta oturuyorlardı. Muhafazakarlardı ve radikal değişim taraftarı değillerdi. Solda ...

Sevgi tüm kötülüklerin kaynağıdır.

B ugüne kadar hayatımıza çocukluktan itibaren tüm kavramsal etik değerleri hiç sorgulamadan, iç İnsanlık tarihi boyunca ihtiyaç duyduğumuz ve mukaddes bir duygu olan sevginin ne kadar elzem bir tutum olduğu inkar edilemez bir gerçekliktir öyle değil mi? Peki sevginin iyilikle ve kötülükle ilişkisi nedir? Sevgi iyi midir kötü müdür? Sevgi kötülüğe dönüşebilir mi? Ne yazık ki evet. Sevdiği bir kadını bir erkek neden öldürür? Para ve güç sevgisi nedeniyle neden zulümler revaçta? Çocuk sevgisiyle ebeveynlerin çocuklarına olan faşizmi hiç de azımsanmayacak değildir. O halde neden? Sevgi tüm insanlığı kapsayan bir durum değil midir? Ne yazık ki pek de kapsayıcı görünmüyor. Çünkü birine ya da birilerine yahut bir gruba, dine, ideolojiye sevgi beslediğiniz vakit onun karşıtı olan her şeyin karşısında olup hatta nefret edersiniz. Sevginin seçim olduğu her halükarda apaçık olup beraberinde karşıtını oluşturduğu ve bununla beraber, bölünmelere yol açtığını ifade edebilir miyiz? Marks’ın sözleri i...

Kuran'da namaz diye bir ritüel yoktur.

Bu yazımda çok hasas ve bir o kadar da birçok inançta var olan "namaz" ritüelinin Kuran'da yeri olup olmadığını açıklamaya çalışacağım. Bu yazının referansı yaşanılan din değil  sadece Allah'ın ayetleri esas alınacaktır. Çünkü öne sürmüş olduğum yargı namazın sadece Kuran'da olup olmadığı ile ilgilidir. Dini ritüel olan namazın kökeni ve tarihçesi nedir? Namaz sadece İslam'a mı özgüdür? Kuran' da namaz var mıdır? Kuran'da namaz mı geçiyor?.. Kalıplaşmış ve binlerce yıllık süregelen olguları değiştirmek ve de onun yanlış olduğunu beyan etmek oldukça güç görünüyor. Güce ve çoğunluğa tapan toplumlarda böyle bir teşebbüste bulunmak, bırak karamaları öldürülmeye kadar bile gider. Ama biz hakikat yolcuları ölümü bile göze alarak ve tırsmayarak doğru bildiğimiz yolda gitme cürettine sahibiz. Aksi takdirde bu günlere( gelişim ve teknolojiye) nasıl gelebilirdik?... Öncellikle Kuran'da namaz kavramı değil  salât geçmektedir. Lakin mealcilerin çoğu  sa...