Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Öne Çıkan Yayın

"Kendinizi adar ve kararlılıkla hareket ederseniz, istediğiniz her şeyin olmasını sağlayabilirsiniz.''

"Kendinizi adar ve kararlılıkla hareket ederseniz, istediğiniz her şeyin olmasını sağlayabilirsiniz.'' Günümüzün üçte birini uykuda geçirmemiz haricinde neler yapıyoruz? Hayatımızı devam ettirebilmek için işe gitmelerimiz, zorunlu eğitimlerimiz, alışverişlerimiz, eğlencelerimiz... Elbette hepsinin hayatımızda yeri var, beynimizin de ihtiyacı. Ancak beynimizin ihtiyacı olarak nitelendirdiğimiz bir şeyi atlıyoruz. ''Bilinçli Öğrenme''. Bu öğrenme stili ''Bilinçdışı'' öğrenmeye kıyasla bir tık zor ve yavaş olduğundan olsagerek hepimiz zaman zaman ''Bilinçli Öğrenme''den kaçıyoruz.  Asıl sorumuzsa şu''Neden kaçıyoruz?'' Bir sınava hazırlanırken öğrenmek zorunda olduğumuz bilgileri gözümüzde büyütür, başaramayacağım korkusuna düşerek beynimizi zaten hamlığa alıştırmaya yatkınız. Öğrenmek dışında bambaşka yollara başvurarak yüksek not almaya çalışırız.  Ama ben çalışıyorum yine de hiçbir şey bilmiyormuş
En son yayınlar

VARLIK VE ZAMAN

  HEİDEGGER- METAFİZİĞE GİRİŞ   GİRİŞ Tıpkı bazı kişilerin, bazı ülkelerin kendi standartlarını yaratmak istemesi gibi, Heidegger de kendisine özgü kavramlar yaratmak suretiyle kendi felsefesini Batı metafiziği olarak gördüğü şeyden ayırmaya çalışıyor. Heidegger’in doğrudan kazıkta yakmadan önce şu söylemi yoklayalım: “Dil ile düşünüyoruz ve dil ile felsefe yapıyoruz.” Ve bahsettiğimiz bu dil, özellikle kıta felsefesinin de sıklıkla vurguladığı gibi tarihsel, toplumsal, kültürel kodlarla doludur. Bu ne demek oluyor? Dilin tarihsel bir yapıya sahip olması ne anlama gelir? Sizin aşk dediğiniz şey, Milattan önce 5. yüzyılda aşk dediğiniz kavramdan anladığınız şeyle 12. yüzyılda, 19. yüzyılda, 21. yüzyılda farklılaşabilir. Bunun en basit örneği için 'fenomen' kavramına bakalım. Platon’da fenomen; bir gölge, bir yansıma. Ve bu yüzden varlığın kendisi dahil değil öyle değil mi? İdealara göre hiyerarşik yapıda en altta olan bir şeydir. Oysa Kant’ta fenomen, transandantal ilkeler taraf

Felsefede intihar ve Sisifos söyleni

 Albert Camus'un Sisifos Söyleni'nde "Saçma, her sokağın dönemecinde, her adamın yüzüne çarpabilir. Sabahleyin kalkmak, tramvaya binmek, büroda ya da fabrikada 4 saat çalışmak, yemek, 4 saat iş, tramvay, yemek, uyku... Bu ve benzeri eylemleri ya da bulaşık dizmek gibi eylemleri sürekli art arda tekrarlarız, tekrarlarız ama bir noktada o sahnenin bütün dekorları yıkılır ve şöyle sorarız: Neden?" (Camus, 1997) diyerek, varoluşun hazin durumu betimler. Bu paragraftan da anlayabileceğiniz gibi muhtemelen Sisifos Söyleni, yaşamın anlamsız oluşuna karşı yaşamaya neden devam etmemiz gerektiği konusunda kaleme alınan en ünlü eserlerden bir tanesi. "Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: intihar. Yaşamın yaşamaya değip değmediğine dair bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir. Gerisi dünyanın üç boyutlu olup olmadığı, düşüncenin 9 mu yoksa 12 ulamı mı bulunduğu sonra gelir. Gerçekten önemli olan tek bir felsefe sorunu vardır. O da intiha

CEHALET MUTLULUK DEĞİL HAZCILIKTIR

 Yaygın bir klişe olan "cehalet mutluluktur." söylemi üzerine artık konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her düşünme eylemine yeltenenlerin düşünme sevgisini kıran, bu iğdiş söylem karşısında gelin belki son kez de olsa bu klişe hakkında düşünmemiz gerektiği yargısına varalım. Eğer bu soruşturmadan sonra gerçekten cehaletin mutluluk getirdiği kanısına varacak olursak, pekala bir daha düşünme cesaretinde bulunmanın nahoş olduğu saptamasıyla bizler de artık düşünme cüretinde bulunmayacağız. Cehalet geleneğine uyup mutlu olmanın(!) keyfini sürdüreceğiz. Anlaştık mı? Başlayalım.. Öncelikle yazının sonunda varacağım yargıyı sizlere başta beyan etmek istiyorum: "Cehalet mutluluk değil hazcılıktır." Evet - klişeye karşı klişe- yöntemiyle ifade etmek gerekirse, cehalet mutluluk değil hazcılıktır! Çünkü bu standart klişeler, klişe olmanın yanında ve aklın pratiği karşısında bir slogan gibi dikilmektedir. - Aklın dinamik duyurusu- karşısında nasıl olsa "cehalet mut

Bergson Metafiziğe Giriş

BERGSON'UN METAFİZİĞİNE GİRİŞ Henri Bergson'un "Metafiziğe Giriş" adlı eseri, modern felsefenin önemli dönüm noktalarından birini temsil eder. Bergson, klasik metafizik anlayışına meydan okuyarak, zamanın ve sürecin özü üzerine derin düşüncelere sahip bir filozoftur. Bu kitap, Bergson'un felsefi düşüncesinin temellerini atan eserlerinden biridir ve onun felsefi yöntemini ve bakış açısını anlamak için önemli bir kaynaktır. Şimdi başlıklar halinde kitabın muhtevası haklıda bir değerlendirme oluşturalım.  BİLİM: Bergson, bilimi genellikle mekanik bir dünya görüşüyle ilişkilendirir ve bunun sınırlarını vurgular. Ona göre, bilim, dünyayı anlamak için sadece bir araçtır ve gerçekliğin tamamını kavramak için yetersizdir. Bergson, bilimin nesnel gerçekliği açıklamakta başarılı olduğunu, ancak insanın içsel deneyimlerini ve sübjektif dünyasını açıklamakta yetersiz kaldığını belirtir. Bu nedenle, Bergson'un bakış açısına göre, bilim sadece gerçeğin yüzeyine inebilir ve

Schopenhauer ölümün anlamı

Schopenhauer'ın Ölüm Anlayışı: Bir Metafizik ve Ontoloji Sorunu Ölümün Kişisel Anlamı Schopenhauer, ölümün kişisel anlamını, insanın kendi varlığının sona ermesi olarak tanımlar. Ona göre, insan öldüğünde, varoluşunun bir parçası olan bilinç de sona erer ve bu nedenle ölüm, insan için bir tür hiçlik anlamına gelir. Ölüm, kişisel varlığın sona ermesi ve bireyin artık dünya ile etkileşimde bulunamamasıdır. Ölümün Evrensel Anlamı Schopenhauer, ölümün evrensel anlamını da inceler. Ona göre, ölüm sadece birey için değil, aynı zamanda evrensel bir gerçeklik olarak da var olur. Ölüm, yaşamın kaçınılmaz bir sonu olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle, ölüm evrensel bir gerçeklik olarak kabul edilmelidir. Ölüm ve Acı Çekme Schopenhauer, ölümün ardındaki en büyük korkunun acı çekme olduğunu savunur. Ölümün kendisi, acı çekmekten kaçınılmaz bir kurtuluş olarak bile görülebilir. Bu noktada, ölüm insanın acı ve sıkıntılarından kurtuluş olarak görülebilir. Ölüm ve İradesizlik Schopenhauer, ölümün

Kalıplar

 "İnsanları bir kalıba sokma " nidası yersiz bir hümanizm propagandasıdır.  İnsanı diğer insandan ayıran kalıplarıdır. Kalıplar olmasa hayvandan bir farkımız olmaz. Benliğimiz olmaz. Benlik demek davranış kalıpları demektir. Kalıplar olmasa kendini diğer insandan ayıramazsınız.  Yersiz romantizm propagandaları yapmak yerine kişiliğin yapısal yerine yapısal kuramına bakınız kalıbını sevdiklerim.

Anne olmak mı yoksa Baba olmak mı zor?

 Anne olmak kolay ancak baba olmak zordur. Kastettiğim şey rol açısından bir kıyaslama değil, çocukla ilişki kurmak. Çocukla ilişki kurmak açısından kıyaslama yaptığımızda annelik biyolojik bir tabana dayandığı için ilişki kurmak daha kolaydır, baba olmak ise daha zordur. Annelik hormonu vardır, içgüdüseldir yani biyolojik bir altyapı desteği var olmakla beraber annelik öğrenilmiş değildir. Ancak babalık hormonu yoktur ve içgüdüsel bir desteğe dayanmaz. Baba olmak bir öğrenmedir. Baba çocuğuyla ilişki kurarak, emek harcayarak, zaman geçerek çocuğa temas eder. Bu zamanla gelişen bir şeydir. Yani emek gerektirir. Oysa annelik daha çocuk doğmadan biyolojik alt yapının güdümünde hazır olarak vardır. Elbette annelik dürtüsünün emeğimi yok saymıyorum. Kastettiğim şey bu niteliklerin kazanılması. Anne bu vasfı kendisi edinmez ancak baba öğrenerek, zihinsel bir çaba gösterip ilişki kurarak bu babalık sıfatını edinir, kazanır. Dolayısıyla burada anne-baba öneminden ziyade bu fonksiyonların kaza