Ana içeriğe atla

CEHALET MUTLULUK DEĞİL HAZCILIKTIR

 Yaygın bir klişe olan "cehalet mutluluktur." söylemi üzerine artık konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her düşünme eylemine yeltenenlerin düşünme sevgisini kıran, bu iğdiş söylem karşısında gelin belki son kez de olsa bu klişe hakkında düşünmemiz gerektiği yargısına varalım.

Eğer bu soruşturmadan sonra gerçekten cehaletin mutluluk getirdiği kanısına varacak olursak, pekala bir daha düşünme cesaretinde bulunmanın nahoş olduğu saptamasıyla bizler de artık düşünme cüretinde bulunmayacağız.

Cehalet geleneğine uyup mutlu olmanın(!) keyfini sürdüreceğiz. Anlaştık mı? Başlayalım..

Öncelikle yazının sonunda varacağım yargıyı sizlere başta beyan etmek istiyorum: "Cehalet mutluluk değil hazcılıktır."

Evet - klişeye karşı klişe- yöntemiyle ifade etmek gerekirse, cehalet mutluluk değil hazcılıktır!

Çünkü bu standart klişeler, klişe olmanın yanında ve aklın pratiği karşısında bir slogan gibi dikilmektedir. - Aklın dinamik duyurusu- karşısında nasıl olsa "cehalet mutluluktur." sloganıyla aklın değersizleştirilmesi, pasifleştirilmesi ve işlevsizleştirilmesiyle ne yazık ki etkin bir rol oynamaktadır.

Sosyo-politik yaşamımızda sloganların ne kadar sağlıklı olduğu bariz ortadadır. 

Sloganlarla yaşamayı bırakmalıyız. Sloganlarla yaşanmaz. Çünkü sloganlar, çatışmalı zihinlerin sonucu doğan öfkeli kalabalıkların ürünüdür.

Sloganlar histerik nevrozların yaşandığı durumlarda ortaya çıkar. 

Sloganlarla bağıran hiçbir şey duyamaz ve idrak da edemez. Zira anlamanın ön koşulu bağırmak değildir.

Biz şimdi bu "cehalet mutluluktur." sloganı üzerinde bir dedektiflik yapalım. 

Ve dediğim gibi arttık, haz ile mutluluğun farkına değinmek gerekiyor.

Bu noktada yazı genel hatlarıyla haz ile mutluluk arasında gidip gelecektir. Çünkü temel yanılgı bu iki kavram arasında yaşanmaktadır. Bizler cehaletin mutluluk mu yoksa hazcılık mı diye daha düşünmeden, hazcılık ile mutluluğu aynı anlamda kullanıyoruz. Dediğim gibi temel yanılgı buradan başlıyor.

Bir şeyi anlamak istiyorsak, o şeylerin kökenine veyahut kaynağına gitmek gerekiyor öyle değil mi? Şimdi biz de öyle yapıp, ilk etapta kelime anlamına göre, tanımlarından başlayarak ve daha sonra aralarındaki farka işaret edeceğiz.

TDK'ya göre ;

Haz:

isim. 

Haz kelimesi, hoşa giden duygulanma, hoşlanma ve zevk anlamına gelmektedir.

Sürdürülmesi istenen ılımlı ve doygunluk veren coşku.


Mutluluk:

isim. 

Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, mut (I), ongunluk, kut, saadet, bahtiyarlık, saadetlilik.

Tanımlara genel hatlarıyla baktığımız zaman bariz açık ayrımlar görünmese de hazzın baskın olarak somut, mutluluğun ise baskın bir şekilde soyut ve içsel bir süreç olduğu üzerinedir. 

Düşünme ve düşünme kavramları soyut olduğuna göre cehaletin soyut kavramlar üzerine değil de somut bir yapı olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

O halde soyut kavram olan mutluluğun cehaletin tümleyeni olmadığını söylemek abes olmaz. Çünkü mutluluk tanımında da görüldüğü gibi özlem, ongunluk, bahtiyar gibi kavramlar soyut kavramlardır.

Tanımlara baktığımıza göre, gelin şimdi mutluluk ve haz arasındaki farkları başlıklar halinde görelim:

 

HAZ KOŞUL BARINDIRIR MUTLULUK İSE BUNUN ÖTESİNDE EDİMSEL BİR METAFİZİKTİR

Haz dediğimiz şey "bu, şu olmadan mutlu olamam" dediğimiz şartlı arzulardır. "Arabam olmadan, güzel veya yakışıklı bir partnerim olmadan, param olmadan" vs. mutlu olamam dediğiniz her şey esasında mutluluk değil hazcılıktır. Zira hazcılık böyle araçsal nedenlere bağlanılmaktadır. Ayrıca bu araçsal nedenlerle hazcılık, binevi bu anlık zevkler için bedeni nesnelere şartlamaktır. Çünkü hazzın tanımında geçen zevk ifadesinden yola çıkarak da diyebiliriz ki haz koşul bildirir ve maddeseldir. Zira haz içsel bir durum değildir. Oysa mutluluk bir nedene ihtiyaç duymaz, metafiziktir. Ve içten gelir. Cahil insanlara da baktığımız zaman hep böyle araçsal nedenlerle bedeni şartlayarak, ruhtan gayrı sadece beden üzerine bir yatırım yaparlar.

Hazcılık tabiri caizse hayvani bir dürtü olup dıştan denetimli canlılar içindir. Bunlar maddeye çok değer verir. Beşerden insanlığa geçenler için ise - içten denetimli olduklarından dolayı- daha çok mutluluk kavramı üzerinde yoğunlaşırlar. Pekala insanlar haz duyamaz mı? Duyar ancak bu haz dürtüsü mutluluğun yerine ziyadesiyle geçerse hayatı organize etmekte temel sıkıntılar yaşanabilir.

Cahil insanlara baktığımız zaman maddeye çok önem verir ve hayvani dürtülerle yaşarlar. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisini göz önüne aldığımızda cahil insanlar fizyolojik ihtiyaçlar ve güven basamaklarında tıkanıp dolandığını pekala görebiliriz. Bu mudur mutluluk? Yoksa hazcılık mıdır bu? Beyinden çok mideye önem veren, ruhtan çok bedeni öne atan, şatafat ve şöhretle, tüketici bir yığınlıkla hazzın dibini yaşarlar. Bu mutluluk değil hazcılık kültürüdür.

Düşünen insanlar ise maddeyle beraber, baskın olarak soyut ve zihinsel olana yoğunlaşır, kendini gerçekleştirirler. Düşünen insanların Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde saygı, sevgi estetik değerler ve en nihayetinde son basamak olan kendini gerçekleştirme safhasına ilerlemek ister. 


HAZ BENCİL, MUTLULUK İSE SOSYALDIR

Bir başka fark ise hazzın bencillik içerdiği mutluluğun ise bencillik içermediği bir durum olduğudur. Çünkü başkası adına haz duyamazsın, haz bencilcedir. Fakat başkası adına mutlu olabilirsiniz. Hazzı tek başımıza hissederiz ama mutluluk çoğunlukla sosyallikle bağlantılıdır. İnsanı da sosyal bir varlık olarak nitelendirdiğimize göre mutluluk olmadan haz neredeyse hiçbir şeydir.

Yalnız kalmak haz verebilir fakat bir süre sonra bu mutsuzluğa iter ve psikolojik olarak düşeriz. Mutlulukta ise sosyal bir bütün olarak mutlu olunup sağlıklı bir durum söz konusudur.

Fark ettiyseniz cahil insanlar bencildir ve ötekiye değer vermez. Oysa akil, düşünen insanlar kendini aşarak toplum için kafa yorar. Akil insanlar kendinden öte insanlığı da düşünür. Reform ve Rönesans hareketleri yapan insanlar bencil değildi ve düşünerek insanlığı ilerletmeye çalıştılar. Cahil insanlara kalınsaydı insanlık ilerlemeksizin, yerinden sayıp gericiliğe dem vururdu.


HAZ DOYUMSUZDUR MUTLULUK İSE TEVAZUDUR

Haz bir an önce doyurulmak ister, sabırsızdır. Haz doyurulmadığı zaman, bastırıldığında psikolojik sıkıntılar doğurur. Haz aynı zamanda doyumsuzdur. Oysa mutluluk öyle midir? Nefes almak, bir çiceği izlemek, kuşların cıvıltısı gibi küçük ve basit şeylerden bile mutluluk duymakla mümkündür mutluluk.

Hazcı biri(ki bunları cahil kategorisinde değerlendiriyorum) kuşu görmekten daha fazlasını duyar ve onu hep göz önünde görmek için kuşu kafese koyar. Mutlu bir zihinse kuşu kafese almaz, mütevazıdır. Bu durumda cahillerin safı hangi taraftır? Cehalet mutluluk mudur yoksa hazcılık mıdır? 


MUTLULUK BİR SÜREÇ, 

HAZ İSE SÜRECİ OLMAYAN BİR SONUÇTUR

Hazın kelime anlamında "sürdürülmesi istenen ılımlı ve doygunluk veren coşku." olarak gördüğümüz gibi haz kısa süreli bir neticedir. Oysa mutluluk öyle midir? 

Montesquieu’nin dediği gibi mutluluk; varılacak bir istasyon değil, bir yolculuk şeklidir. Haz hemen varmak ister, mutluluk ise yolda olmak.

Haz kahkahadır, mutluluk tebessüm.

Cehalet hemen varmak ister ve tüketir. Bu durumda cehalet mutluluk mudur yoksa hazcılık mıdır? 


HAZ MADDE, 

MUTLULUK MANADIR

Haz maddeler ile elde edilebilir fakat haz almak için kullanılan maddeler mutluluk vermez. Tam aksine kişinin uzun dönemli iyiliğini ve sağlığını zora sokarak mutsuzluğa neden olur. Örneğin sigara, alkol gibi içecekler haz verir fakat sağlığa zararlıdır. Bu yüzden sigara veya alkol kullanmak mutluluk değil hazcılıktır. Sigaradan veya alkolden mutluluk değil haz duyarız. Bu yüzden hazzın bağımlılık yarattığını ve insanı köleleştirdiğini de konuşacağız.

Cehaletin mana ile değil madde ile ilişkisi olduğuna dair bir itiraz gelmeyecektir. Zira cahillerin hayatına baktığınız zaman bunu göreceksiniz. Cahillerin haz yönelikli yaşamı bağımlılık halinde olduğu aşikardır. Bu yüzden bağımlılık onları köleliğe götürdüğü de ortadadır. 

Mutluluk olmadan haz anlamsızdır. Çünkü haz, anlamla birleşmediği için huzur da getirmez. 

Mutsuz olduğun zaman hiçbir şeyden haz da alamazsın. Haz anlamdan yoksun bedensel birinci dürtüler, mutluluk ise ikincil sosyal güdülerimiz oluşturuyor. Bu noktada mutluluğun anlamla buluşması ise huzur kavramını ortaya çıkarıyor. Cehalet ise bu durumdan muzdariptir. 

Haz peşinde koşmanın mutluluk sanıldığını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Hâlbuki huzur olması için yapılan işte bir anlam olması gerekiyor. Mutluluk anlamla birleşirse ve sürdürülebilirse huzur ortaya çıkıyor” diyor.

Dolayısıyla hazcılık ile mutluluk arasındaki nüanslar ele alındığında cehaletin yaşadığı şey tam olarak hazcılıktır. 


HAZ ARAYIŞI MUTSUZLUĞA YOL AÇMAKTADIR

Şimdi biraz da işin kimyasına bakalım.

Haz duygusu büyük ölçüde dopamin ile ilişkilendirilirken mutluluk serotoninle bağlantılı kabul edilir. Her ikisi de beyinde sinir iletisinde aracı moleküllerdir. Dopamin sinirleri uyararak, seratonin ise bazı bölgeleri baskılayarak itki eder. Yukarıda bahsettiğim gibi haz bağımlılığı psikolojik bir vaka olup bunun sonucunda aşırı dopamin nöronları (sinir hücreleri) öldürür.

Haz arayışı tekrar eden uyarılarla her seferinde nükseder. Bunun adı dopamin bağımlılığıdır. Seratonin de bu sorun söz konusu değildir. Aşırı mutluluk diye bir kavram yoktur. Olsa bile aşırı mutluluktan ölünmez. Araştırmalar gösteriyor ki dopamin fazlalığı yan etki olarak serotoni azaltmada rol oynamaktadır. Bu kimyasal etkilerin sonucu mutsuzluk belirir. Yani haz arayışı mutsuzluğa yol açmaktadır.


HAZ BEDENDE MUTLULUK ZİHİNDE/RUHTA YAŞANIR

Yukarıda hazın dışsal, mutluluğun içsel bir hal olduğunu belirtmiştim. Bedenin aslî yapısına uygun bir şeyin bedende hazır bulunmasının idraki hazdır. Ruhun aslî yapısına uygun bir şeyin ruhta hazır bulunmasının idraki mutluluktur. Hazzın bedensel oluşu onu bariz içgüdüsel kılar. Haz hayvanlık benliğimizin olan id'in çoşkunluk kaynağıdır. Mutluluk ise ruhanidir. Örneğin hayvanlar mutluluk duymaz sadece haz duyar.


ESAS MUTLULUK HAZ MIDIR? 

Gerçek mutluluğun ancak kendi benliğinizi keşfettiğinizde, kendinizi tanıyabildiğinizde ve kendi potansiyelinizi açığa çıkarabildiğinizde ulaşabileceğimizi savunuyor, Aristotales.

Ona göre bunun dışında kalan mutluluk diye isimlendirdiğimiz durumlar mutluluk değil anlık memnuniyet ve zevklerdir. Anlık memnuniyet ve zevk duyduğunuzda kendinizi iyi hissetme haliniz kısa sürer ve bu durum sizin kişisel gelişiminize katkı sağlamaz. 

Örneğin sigara, uyuşturucu madde ve alkol etkisi altında tecrübe edilen duygu mutluluk değil, anlık zevktir. Bu maddeler kişiye bir süreliğine "sahte mutluluk" yaşatarak onu hayattan, hayatın gerçeğinden koparır. Fakat bununla kişiyi de sorunları ötelemesine onu gerilemesine yol açarak, kişinin kişisel gelişimini sekteye uğratır. Bununla beraber kişi istediği hayatı ve mutluluğu yakalamakta zorluk yaşar.

Sizce bu durumdan Aristoteles'ten feyz alarak, kendini tanıma olarak gösteren mutluluğu, cehalet midir yoksa zaten cehaletin mutluluktan gayrı bir hazcılık mıdır? 

Farabi'ye göre ise mutluluk ve haz aynı şeyler değildir, aralarındaki en önemli fark ise hazlar hiçbir zaman hayatın gayesi edinilemeyecek düşük dereceli şeyler iken,

mutluluk bunun tam tersidir. Zira haz bedensel ve hayvani iken mutluluk ise zihinsel ve de ruhsal bir durumdur




İNSANLAR NEDEN MUTSUZ?

Çünkü insanlar mutluluğun ne olduğunu bilmiyor. Bilmeyen bir şeyi nasıl yaşasınlar?

Bilmek istemeden içinde akıl olmadan yaşanan zevk ve memnuniyetler peşinde koşmaya (ki buna haz demiştik) programlandığı için insanlar haz duyuyor ama mutlu olamıyor. Tabii bunun politik olduğunu göz önüne almak mümkün. Haz üzerine kurulmuş kapitalizm endeksli bir dünyada insanların mutlu değil ancak haz duyup duymadığına bakılır.


HAZ NESNEL, MUTLULUK İSE ÖZNELDİR

Mutluluk duygusu esas olarak doğrudan biyolojik kökenli olmayan zihinsel (manevi) arzuların giderilmesiyle oluşur. Mutluluk duygusu, çok daha karmaşık ilişkiler temelinde ve derin anlamları olan manevi arzularla ortaya çıkar. Manevi yoksunluklar, anlık arzular şeklinde ortaya çıkmazlar. Bu yüzden de hemen giderilemezler ve hatta düşünme yetimizi kaybetmediğimiz sürece giderilmesi imkansız arzular da olabilirler.

Bedensel hazlara bağlı arzuların giderilmesi insanlarda kısa süreli sevinçlere neden olur. Ancak çoğunlukla, hazların ve sevinçlerin ortaya çıkışı fabrikasyondur. Yani haz ve sevinçlerin kaynakları ve ortaya çıkış şekilleri herkeste aynıdır. Çünkü bunlar içgüdüseldir.

Bunları hissetmek bizi diğer insanlardan farklı kılmazken, mutluluk duygusuna kaynaklık eden manevi arzularımızsa bizi “özel” kılar. İnsan da benliğini, esas olarak söz konusu manevi arzular temelinde kazanır.

Hazzın maddesel olduğu kadar, içgüdüseldir ve cahil insanlara baktığımız zaman bunlar da içgüdüsel yaşarlar. Dolayısıyla cehaleti hazcılık olarak nitelendiliriz.


HAZ MADDİ

MUTLULUK İSE MANEVİDİR

Mutluluk, manevî değerlere mi bağlıdır, maddî değerlere mi bağlıdır? Maddî değerlerin edinilmesiyle edinilen geçici hal mutluluk kapsamında değerlendirilebilir mi?

Önce, Cornell Universitesi’nde görevli olan psikologlar Justin Kruger ve David Dunning’in 2000 yılında yaptıkları ve Nobel ödülü aldıkları araştırmaya bakalım:

Bu iki psikiyatri uzmanının ortaya attıkları teori şöyleydi; “Cehalet, gerçek bilginin aksine, şahsın kendine olan güvenini arttırır.” (Bu da mutluluk getirir.) Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı: 

· Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. 

· Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir. 

· Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler. 

· Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle arttırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Pekala cehalet bir itici güç oluşturup kişide başarıya ve sonunda mutluluğa ulaştırıyor mu?

Bir de olaya tersinden bakalım. “Kişi bilmediğinin düşmanıdır.” derler. Yani, kişi, bilmediği, cahili olduğu bir şeyin düşmanıdır. Cahil kişi, huzurun, saadetin ne olduğunu, nereden geleceğini, nasıl elde edileceğini bilmezse, nasıl huzurlu bir hayat sürecektir? Saadetli bir hayat sürdürmesi mümkün olacak mıdır?

Mademki, “kişi bilmediğinin düşmanıdır.” Düşmanlığı, kavgaları, korkuları ortadan kaldırmak için onları tanımalı, bilmeli ve öğrenmeli değil midir? Bilmek ve öğrenmek işin içine girince cahillik ortadan kalkıyor.

Cehaletin en önemli problemi veya sonucu kendinden habersiz olmaktır. Kendinin cahili olmaktır. Kendini tanımamaktır. Bundan dolayı Said Nursî; “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti (manevî ve millî değerlerin gayret gösterenleri) dahi müstebid eder.”demektedir. 

Hz. Ali (ra) ise, “Âlim, ölse de yaşar. Cahil ise, yaşarken de ölüdür.” demektedir.

Cahillik ne kendine ne de karsışındakine huzur getirir. Çünkü Şeyh Edebâli, diyor ki, “Cahil ile dost olma; ilim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez üzülürsün.” (Yani huzurlu olamazsın.)

“İlim insanın cesaretini, cehalet küstahlığını arttırdığı” için belki kendini bazı durumlarda huzurlu (!) zannedebilir.

Bir atasözümüzde ise, “cahillik başa belâ” denilerek, cahilliğin ne kadar kötü bir şey olduğu ifade edilmiştir. Kötü olan hiçbir şey ise, insana mutluluk vermez. Veremez. Cehalet kötü aklı selim olmak iyidir.


HAZ VE MUTLULUK TOZ PEMBE DEĞİLDİR 

Sanırım esas bir yanılgı da mutluluğun hep güleç olma hali olduğunu sanmamızdan geliyor. Oysa hayır, mutluluk üzüntüyle beraberdir. Buradaki ayrım hazcılık için de geçerlidir. Yani mutlu olurken o olma sürecinde pekala acı da olabilir. Mutluluk salt güleç halinin uzun uzadıya tekrarları değildir. Haz da sadece iyi ve faydalı şeylerin fantazmı değildir. Acıdan haz alan insanlar düşünün.. Bunlar da haz kavramının parçasıdır.

Mutluluğa dönecek olursak, mutluluk üzüntü ve kıvanç haliyle beraberdir. Dürüstlüğün verdiği mücadele, cehaletin karanlığını aşmak için verilen okuma, aşılması gereken bir hastalık, kendini gerçekleştirmek için verilen çabalar, rızık kazanmak için verilen emekler.. Bu yollarda, yolun sürecindeyken pekala insan mutlu olabilir. Yani sadece eylemin sonunda bir mutluluk olmayabilir. Eylemin başında sonuna kadar; tüm süreçte insan hırpalanabilir, gülebilir, düşebilir, kalkabilir yani tüm bu sürecin kendisi zaten mutluluktur.

Düşünen insanların acıları hazzın verdiği bir acı değil ruhsal bir acıdır ve bu da mutluluğun bir parçasıdır. Henüz doğru düşünmeyi başaramayanlar, düşünmenin başında pekala acı duyabilir. Çünkü düşünmek değişimdir ve değişim de acılı bir süreçtir. Bu süreci tamamlamadan, cahillere imrenli bir şekilde bakarak, düşünmeyi reddetmek minvalinde "düşünmek mutsuzluktur, cehalet mutluluktur." diye slogan atmak pekala sağlıklı bir çıkarım değildir.

Slogan demişken bu sloganın tuhaflığına da değinmek istiyorum.


FARK ETTİNİZ Mİ? 

Cahil insanların "cehalet mutluluktur" demeyişi anlaşılabilirdir ama, nedense, 'cahil olmayanların' bu deyişi kullanıyor olması garip ve tuhaf değil midir?

Hiçbir cahil "cehalet mutluluktur" deyişini kullanmaz. Cahil bir insanın, genel olarak 'cehalet' ve 'mutluluk' gibi meselelerle gerçek bir ilgisi, böyle konulara dair kendine ait bir bilgisi ya da görüşü olmaz. Kafa da yormaz.

Bu nedenle bu klişe bu slogan bile 'cahil olmayan' okumuş eğitimli ve kültürlü insanlara ait olduğu yadsınamaz. 

Trajikomik olan şudur ki; cahil olmayan insanlar, nasıl oluyor da insanı hayvandan ayıran niteliklere sahip olmayışı olan cehaleti mutluluk nedeni sayarken,

insanı insan yapan nitelikleri ise mutsuzluk nedeni sayıyorlar!

Eğer cehalet mutluluksa bu durumdan mütevellit, cahil olmayan insanlar da mutsuzdur, çıkarımı ortaya çıkıyor.

Bu klişeyi kullananların, alttan alta, "mutsuzum çünkü cahil değilim; bilgili olmanın bedelini ödüyorum!" gösterisiyle üsten üste 'mutlu cahilleri' aşağıladıkları ve dahası, mutsuzluklarından adeta mazoşistik bir haz çıkardıkları gözden kaçırılamaz. Bu da hazcılıktır. Yani "cehalet mutluluktur." söylemi zaten yukarıda bahsettiğim irdelemeler gibi yanlış bir çıkarım olup, bu söylemin bu sloganın cehaletten doğan bir ürün olduğu apaçık ortadadır. 

Dahası, sanki hem bilgili hem de mutlu olmak mümkün değilmiş gibi bir kısır döngü izlenimi çıkıyor. Bu iki seçenekten sadece biri zorunluymuş gibi ve onlar da mutsuzlukları pahasına kutsal bir bilgelik yolu seçmişler gibi seçkin, soylu ve asilzade bir gözle, fedakar rolüne gitmeleri narsistik bir yara olarak kaşınıyor.

Hem bilgili mutlu olmanın mümkün olduğunu göstermek için gelin şimdi aşağıdaki sansasyonel başlığımızı okuyalım. 


EN MUTLU ÜLKELER 

Cehalet malesef mutluluk getirmez. Öyle olsaydı en mutlu ülkeler bilimin merkezi olan toplumlar değil, Ortadoğu gibi ülkeler olacaktı. Halbuki bu öyle değildir. Cehaletin kol gezdiği ülkeler mutsuz ülkeler olarak nitelendiriliyor. Ee hani cehalet mutluluktu? 

Bu noktada şöyle bir eleştiri gelebilir: İşte " cahil insanlar veya toplumları sen mutsuz olarak nitelendirsen de onlar bunun farkında değil ve mutlu bir şekilde yaşıyorlar." gibi bir eleştiri gelebilir. Bu eleştirinin karşısında şöyle bir yanıt vermek olağan olacaktır.

İlkin haz ve mutluluk ayrımını yukarıda yeterince açıkladım. İkincisi ise cahil insanlar, bunların farkında olmaması onları yine de mutlu saymaz. Farkında olmamaları onları niye mutlu kılıyor? Nedir bu ön kabul? Bunu yeterince sorgulamalıyız. Cahil ülkeler niye bu haldeler o zaman? Mutlu ülkeler, hem mutluluğun farkında ve hem de mutlu diye yaşarken, öte taraftan cahil olduğunu farkında olmayan ülkeler, niye mutlu sayılıyor? Sizce hangisi sahici mutluluk?

Farkında olmamayı neden mutluluk sayıyoruz? Hasta bir insan hasta olduğunu bilmezse o hasta, hasta sayılmamış mı oluyor? Bu açık bir ifadeyle sanrıdır ve sanmak mutluluk değildir. Mutsuzluktur. Bu tıpkı alkol ve uyuşturucu alan insanların mutluluğu kadar, sahte ve yapay bir mutluluktur.

Toparlayacak olursak, doğru dili ve kelimeleri kullanmadan doğru düşünceleri üretemeyiz. Kavramlarımızı doğru yerde kullanmazsak saptalamalarımız da doğru yerde olmayacaktır. Mutlu ülkeler ile mutsuz ülkeler gibi sınıflandırmada hangi yerde olduğumuzu belirlemek istiyorsak, ilkin doğru düşünmeliyiz. Doğru kavramlarla doğru düşünmeyi ortaya koyarak, kendimizi de istediğimiz yerde bulundurma özgürlüğüne kavuşacağız. Ama bunu düşünerek yapacağız. "Cehalet mutluluktur." gibi sloganlar değil..

Dolayısıyla doğru düşünme olmadan ve doğru kelimeleri kullanmadan slogan atmak, sağlıklı bir saptama değildir. Cahil insan bu, o yeterince düşünmeden yanlış kelimeleri kullanarak slogan atar. Bunun öyle olmadığını biliyoruz ve cahil insan kendini kandırıyor diye kendini mutlu sanıyor diye mutlu olmaz. Bu sanrıdır. Mutluluk sanrı değildir. Cehalet sanrıdır. Ve cehaletin kaynağı hazcılıktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sağcılık ve Solculuk nedir arasındaki farklar ve tarihsel kökeni..

Sahi siyasetteki "Sağcı" ve "Solcu" Kavramları Nerden Geliyor? Tarihsel kökeni nedir? Kendini, ‘Ben sağcıyım’ veya ‘solcuyum’ diye nitelendirilen arkadaşlar, şöyle bir toplanın bakalım. Sağcı kimdir, solcu kime denir, hep beraber öğrenelim; Sağcılık ve solculuk kavramlarının kökenini Fransız ihtilaline kadar geri götürebiliriz. Fransız ihtilalinin çalkantılı dönemlerinde 16.Laouis karışıklıkların daha fazla büyümemesi için halkı toplantıya çağırmıştı. Adı her ne kadar halk meclisi olsa toplantıda son söz ve veto hakkı kralın elindeydi. Halk ekmek derdindeyken,kral,soylular ve kilise varolan haklarını koruma ve daha fazlasını elde etme arzusundaydı. Bu mecliste kralın sağındakiler var olan düzeni savunurken,solundaysa halk destekçisi yenilikçiler vardı. Şöyle ki meşrutiyetçiler yani kralın yerinde kalmasını fakat bir meclisle yönetimi paylaşmasını savunanlar sağ tarafta oturuyorlardı. Muhafazakarlardı ve radikal değişim taraftarı değillerdi. Solda ...

Sevgi tüm kötülüklerin kaynağıdır.

B ugüne kadar hayatımıza çocukluktan itibaren tüm kavramsal etik değerleri hiç sorgulamadan, iç İnsanlık tarihi boyunca ihtiyaç duyduğumuz ve mukaddes bir duygu olan sevginin ne kadar elzem bir tutum olduğu inkar edilemez bir gerçekliktir öyle değil mi? Peki sevginin iyilikle ve kötülükle ilişkisi nedir? Sevgi iyi midir kötü müdür? Sevgi kötülüğe dönüşebilir mi? Ne yazık ki evet. Sevdiği bir kadını bir erkek neden öldürür? Para ve güç sevgisi nedeniyle neden zulümler revaçta? Çocuk sevgisiyle ebeveynlerin çocuklarına olan faşizmi hiç de azımsanmayacak değildir. O halde neden? Sevgi tüm insanlığı kapsayan bir durum değil midir? Ne yazık ki pek de kapsayıcı görünmüyor. Çünkü birine ya da birilerine yahut bir gruba, dine, ideolojiye sevgi beslediğiniz vakit onun karşıtı olan her şeyin karşısında olup hatta nefret edersiniz. Sevginin seçim olduğu her halükarda apaçık olup beraberinde karşıtını oluşturduğu ve bununla beraber, bölünmelere yol açtığını ifade edebilir miyiz? Marks’ın sözleri i...

Kuran'da namaz diye bir ritüel yoktur.

Bu yazımda çok hasas ve bir o kadar da birçok inançta var olan "namaz" ritüelinin Kuran'da yeri olup olmadığını açıklamaya çalışacağım. Bu yazının referansı yaşanılan din değil  sadece Allah'ın ayetleri esas alınacaktır. Çünkü öne sürmüş olduğum yargı namazın sadece Kuran'da olup olmadığı ile ilgilidir. Dini ritüel olan namazın kökeni ve tarihçesi nedir? Namaz sadece İslam'a mı özgüdür? Kuran' da namaz var mıdır? Kuran'da namaz mı geçiyor?.. Kalıplaşmış ve binlerce yıllık süregelen olguları değiştirmek ve de onun yanlış olduğunu beyan etmek oldukça güç görünüyor. Güce ve çoğunluğa tapan toplumlarda böyle bir teşebbüste bulunmak, bırak karamaları öldürülmeye kadar bile gider. Ama biz hakikat yolcuları ölümü bile göze alarak ve tırsmayarak doğru bildiğimiz yolda gitme cürettine sahibiz. Aksi takdirde bu günlere( gelişim ve teknolojiye) nasıl gelebilirdik?... Öncellikle Kuran'da namaz kavramı değil  salât geçmektedir. Lakin mealcilerin çoğu  sa...