Ana içeriğe atla

Sevgi tüm kötülüklerin kaynağıdır.

Bugüne kadar hayatımıza çocukluktan itibaren tüm kavramsal etik değerleri hiç sorgulamadan, iç İnsanlık tarihi boyunca ihtiyaç duyduğumuz ve mukaddes bir duygu olan sevginin ne kadar elzem bir tutum olduğu inkar edilemez bir gerçekliktir öyle değil mi? Peki sevginin iyilikle ve kötülükle ilişkisi nedir? Sevgi iyi midir kötü müdür? Sevgi kötülüğe dönüşebilir mi?

Ne yazık ki evet. Sevdiği bir kadını bir erkek neden öldürür?

Para ve güç sevgisi nedeniyle neden zulümler revaçta?

Çocuk sevgisiyle ebeveynlerin çocuklarına olan faşizmi hiç de azımsanmayacak değildir. O halde neden?

Sevgi tüm insanlığı kapsayan bir durum değil midir? Ne yazık ki pek de kapsayıcı görünmüyor. Çünkü birine ya da birilerine yahut bir gruba, dine, ideolojiye sevgi beslediğiniz vakit onun karşıtı olan her şeyin karşısında olup hatta nefret edersiniz. Sevginin seçim olduğu her halükarda apaçık olup beraberinde karşıtını oluşturduğu ve bununla beraber, bölünmelere yol açtığını ifade edebilir miyiz?

Marks’ın sözleri ile (mealen) “sevgi bir tutum, bir pozisyondur; yalnızca bir ya da bir kaç kişiye indirgenmiş sevgi, sevgi değil genişletilmiş bir bencilliktir. ”

Sevgi bu haliyle “biz” olandan ben-im olana indirgenmesiyle ötekileri karşıt düşman kılmaktadır. Mezhepler bunun bariz örneğidir. Özne ile öteki arasındaki bu zıt çatışma birbirini besleyen bir paradigmaya dönüşmekle beraber, toplum artık bölünmüş bir ötekidir.

Sevginin kamufle edilmiş hali olan birtakım paketler olan aşk, din, milliyetçilik, ideolojik akımlar insanları sevgi yardımıyla böler, ötekileştirmeyle ve onların libidinal enerjilerinin dışa vurumu olarak öfkeyle beslemesine sebep olur.

 
Şimdi arz ederseniz sevgi kavramının kökenine kadar inelim. Öncelikle kavramların tanımından başlamakta fayda vardır.

TDK’ye göre sevgi kelimesi şu anlama gelmektedir:

İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.
Tanımdan da görüleceği gibi sevgi kümülatif yani bütünsel kapsayıcı bir olgu olmayıp bireyin varlığın sadece bir kısmıyla ilgilenmek olduğu ortadır. Burada ihmal etmek söz konusu çıkarımı doğuyor. Bundan dolayı birey sevgiyle varlığın tümünü ıskalamakla beraber, sadece bir bölümünü tercih ederek seçim yapmaktadır. Evet sevgi seçimdir ve seçimler de insanlığı bölüyor. Bölünen bir şey hakikat olmamakla beraber, parçalanmış bir zihin yaratır. Parçalanmış zihin ise çatışma yaratarak seçme eylemini zorunlu kılar. Çatışmalı ve sağlıklı olmayan bir zihinde çıkan seçimler ne kadar sağlıklı olabilir?

Sevgi sahibi insan varlığı tümüyle sevmez sadece işine geleni seçer. Özne, arzu nesnesini yaratır; onu doyurmak için, arzusuna hizmet(kölelik) yapar ve çalışır durur. Sevgiyle insanları bölüp kutuplaştırdığımızı ve bunu seçerek yaptığımızı örneklerle görelim.

Örnek veriyorum: Kendi ailene sevgi besleyerek seçim yaparsın. Ne olur? Ailen dışındaki insanları ya daha az seversin ya da nefret edersin.

Kendi dinine sevgi beslersin. Ne olur? Dindaşların dışındaki herkesi lanetli ve cehennemlik görüp nefret edersin.

Kendi ideolijine sevgi besler, seçim yaparsın. Ne olur? İdeolojinin dışındaki herkesi rakip beller, onları kendine benzetir, ideolijin için fiziksel veya psikolojik şiddet uygulayıp nefret edersin.

Kendi spor takımına sevgi beslersen. Ne olur? Diğer takımlara rakip olarak görür, kendi takımın için diğer takımları ya az sever ya da nefret edersin.

Kendi ülkeni, uyruğunu, bayrağına sevgi beslersin. Ne olur? Kendi milli değerlerin dışındaki herkesi düşman olarak görüp nefreti yaratırsın.

Kendi partine sevgi beslersin. Ne olur? Partinin dışındakileri ya daha az seversin ya da nefret edersin. Bu mantık öyle işlemek zorundadır.

Sadece sevgiyi referans alan ve sempati besleyen sevginin ne kadar güzel, huzurlu ve iyilik dolu olduğunu öne sürülerek savunuluyor. Bu eksik ve sığ bir perspektiftir. Daha geniş bir perspektifle sevginin nasıl bölünmüş parçalara ayrıldığını görmekten yoksunlar. Ayrıca referans alınan şeyi gerçekten sevdiğine emin misiniz? Aynı ideolojiye sahip bir insanı sevdiğini mi zannediyorsunuz? Sen onu değil kendini seviyorsun. Onu kendi ideal aynanda gördüğü için ve sırf seninle aynı fikirde olduğu için seviyorsun. Bu da narsisizmdir.

Şimdi Abraham Twerski’nin bir söyleşisine göz atalım.

“Sevgi öyle bir anlam taşıyor ki, kültürümüzde neredeyse anlamını kaybetti. Kotsk’da çalışan bir görevlinin ilginç bir hikayesi var.


Tabağındaki balığın lezzetini çıkaran genç bir adamla karşılaşıyor. Ona ‘Balığı neden yiyorsun?” diye soruyor. Adam “Çünkü balığı seviyorum” diye cevap veriyor.

“Ooo balığı seviyorsun. İşte bu yüzden balığı öldürdün ve pişirdin. Bana balığı sevdiğini söyleme, sen kendini seviyorsun, Çünkü balık o kadar lezzetli ki, balığı sudan çıkardın ve öldürdün.”
Sevgi dediğimiz çoğu şeyin adı balık sevgisi.

Genç çiftler birbirlerine aşık olurlar, bunun anlamı nedir?

Bu demektir ki aralarından biri diğerinin fiziksel, duygusal ihtiyaçlarını karşılayabileceğini düşündü. Erkek de, kız da, diğeri vasıtasıyla kendi ihtiyacını karşılayabileceğini düşündü. Bu diğeri için sevmek değildir. Diğer kişi kendi tatminim için bir araç olur.

Çoğu sevgi balık sevgisidir. Dışa dönük bir sevgi, ben ne elde edeceğim, ne vereceğim değildir.

Dessler’ın de şöyle bir sözü var. “İnsanlar önemli bir hata yapar. Sevdiklerine verdiklerini sanırlar. Ancak gerçek cevap verdikçe sevdiğinizdir.

Asıl önemli nokta, sana bir şey verdiğimde sendeki bana yatırım yapıyorum. Kendini sevmek doğuştan beri var olduğuna göre, herkes kendini sever. Şimdi benim bir parçam sende olduğundan, benim sevdiğim bir şey artık sendedir.”

Abraham Twerski’nin “balık sevgisi” çok yerinde bir tespitine dönecek olursak insan ırkının sevgi kurgusu bundan ibarettir. İnsanlığın sevgi duyduğu şeylere gözlemleyiniz. Hepsi de insanın kendi narsisist öznesinden pay çıkarma kurnazlığı olup temelinde güç istenci yatıyor.


NOT: Bu arada belirtmek gerekirse, benim sevgiyi şiddet yüklü bir kötülük olarak beyan ederken nefret taraftarı olduğum yanılgısına düşülmesin. Ben zaten nefrete karşı olup sevginin de nefret olduğunu ileri sürmekteyim.

Sevgi kötülüktür, iddiasını taşırken Zizek’ten bahsetmemek olmaz. Bakınız günümüz filozoflarından Zizek ne diyor:

Slavoj Zizek – Sevgi Kötülüktür.

“Evren karşısındaki, kendiliğinden tavrım ne olurdu? Herhalde çok karanlık bir tavır olurdu. Birinci tez olarak tam bir boşunalığı ve yararsızlığı öne sürüyorum: Temelde “hiçbir şey” var. Kelimeyi gerçek anlamında kullanıyorum. Sonuçta yitip giden nesnelerin kırıntıları gibi. Evrene bakın, büyük bir boşluk. Ama sonra şeyler nasıl ortaya çıkıyor? Burada kuantum fiziğine kendiliğinden bir sempati duyuyorum. Evrenin pozitif yüklü bir boşluk olduğu fikri hakim. Ama sonra bazı şeyler ortaya çıkıyor ve boşluğun dengeleri bozuluyor. Bu fikir benim çok hoşuma gider. Var olanın sadece “hiçbir şey” olmadığı, orada bazı şeylerin olduğu gerçeği. Bu da bir şeylerin korkunç biçimde ters gittiği anlamına geliyor. Yaratılışın bir tür kozmik dengesizlik, kozmik felaket olduğunu ve şeylerin bir hata sonucu var olduklarını söylüyoruz. Hatta ben daha da ileri giderek buna karşı koymanın tek yolunun hatayı üzerimize alıp sonuna kadar gitmekten geçtiğini öne sürüyorum. Buna bir de isim bulmuşuz. “sevgi” diyoruz. Sevgi tam da bu türden bir kozmik dengesizlik değil mi? “dünyayı seviyorum” veya “evrensel sevgi” gibisinden kavramlardan oldum olası iğrenmişimdir. Ben dünyayı sevmiyorum. “dünyadan nefret ediyorum” ile “dünyayı takmıyorum” arasında bir yerlerdeyim. Ama gerçekliğin tamamı bundan ibaret. Çok aptalca. Bu var ve ben onu umursamıyorum. Benim için sevgi aşırı derecede şiddet içeren bir eylem. Sevgi “hepinizi seviyorum” demek değil. Sevgi, bir şeyi seçiyorum anlamına geliyor ki burada yine o dengesizlik yapısı var. Bu şey küçük bir ayrıntıdan, kırılgan bir bireyden ibaret dahi olsa… diyorum ki “seni her şeyden çok seviyorum”. Bu gayet resmî manada, sevgi kötülüktür.”

Günümüz filozoflarından olan Zizek, bu ifadesinde belirttiği gibi sevginin kozmik dengesizlik sonucu olduğu ve bu dengesizliğin varoluştan önceki hiçliği bozduğu ve açığa çıkan bu badireli ve sıkıntılı varoluşa isim takarak sevgi dediğimizi söylemekle beraber sevginin seçim yapmakla olan fonksiyonunu vurgulamaktadır. Gerçekten de öyle seçim yapmak en az iki değişken arasında kalan kararsızlığın arasında birini tercih ederek diğerini saf dışı bıraktığı, ötekileştirdiği, mahrum bıraktığı ve bir o kadar sevgi eyleminin yüceltilişine ve evrensel dokusuna uyuşmadığı ve bu gerçeğin kamufle edildiğini görüyoruz. Bu durumda seçim indeksli olan sevgi eyleminin bölünmelere de açtığını görmekle beraber sevgi eyleminin kaos doğurduğunu görmez misiniz?
Seçmek eyleminin zorunlu çıkarımından dolayı sevginin de seçim yaparken bölünmeler yarattığını söylemiştik. Evet, bir bakınız dünyaya: Diller, dinler, devletler, ideolojiler, uluslar vs.. Oysa hepsi de sevgi yaygarası yapmıyorlar mı? Sevginin seçim özelliğiyle bölünmelerin neticesinde bir de çatışma getirdiği kaçınılmaz olduğunu, irrasyonel olmadığını vurgulamakla beraber, dünyanın kaotik örneklem durumu da bunu kanıtlar niteliktedir.

Sevginin bir seçim olduğuna kimsenin îtirâzı yoktur herhalde. Bu arada şu tespiti de öne sürmekte fayda vardır.

Sevgi ayrıca ayrımcılık yapmaktır.

Şunu seviyorum diye seçeriz. Yani seçimle ayrımcılık yaparız. Herkes/ her şey – sevilen kişi/ kişiler, ideolojiler, gruplar = Potansiyel nefret edilen.

Bir tarafı seversin. Karşıtından otomatik nefret edersin. Biz de “kötülük yapmamanın şartı sevmektir” diye öğretiliyor.

Herkesi sevmeyiz. Herkesi her farklılığı sever saygı duyarız gibi liberal yaklaşımlar özgürlük değil serbestliktir. Serbestliği olduğu yerde kaos çıkar.

Dünyadaki kötülüklere bir göz atalım. Küresel emperyalistlerin egemenlik ve maden arama gayesiyle savaş çıkarmaların sebebi nedir? Kendi otorite sevdası, yüceltme ve de ulus sevgisinden. Yani savaşların kaynağı sevgidir. Hepsi de güç sevgisi değil midir?

Diktatörlerin koltuk sevdası, erkeklerin kadınlar üzerindeki güç sevgisi, tacizci ve tecavüzcülerin cinsellik sevgisi, pedofillerin çocuk sevgisi, kapitalistlerin para(mülkiyet) sevgisi hepsi de sevgi tanımında geçtiği gibi bir şeye duyulan yakınlık ve bağlılıktan geçiyor.

Şöyle bir tepki arz edilebilir. Ben tüm insanlığı seviyorum, insanları ayırmadan, ötekileştirmeden. Öyle mi? Peki bir Yahudiyi, satanisti, eşcinseli, ensesti, emperyalisti, tecavüzcüyü sevebilir misiniz? Eğer sevemiyorsanız sevginizin kaynağı nefrettir ve sevgi tam anlamıyla kötülüktür.

KAYNAKÇA

* https://www.politikyol.com/mahmut-ustun-yazdi-sevgi-niye-kotuluktur/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sağcılık ve Solculuk nedir arasındaki farklar ve tarihsel kökeni..

Sahi siyasetteki "Sağcı" ve "Solcu" Kavramları Nerden Geliyor? Tarihsel kökeni nedir? Kendini, ‘Ben sağcıyım’ veya ‘solcuyum’ diye nitelendirilen arkadaşlar, şöyle bir toplanın bakalım. Sağcı kimdir, solcu kime denir, hep beraber öğrenelim; Sağcılık ve solculuk kavramlarının kökenini Fransız ihtilaline kadar geri götürebiliriz. Fransız ihtilalinin çalkantılı dönemlerinde 16.Laouis karışıklıkların daha fazla büyümemesi için halkı toplantıya çağırmıştı. Adı her ne kadar halk meclisi olsa toplantıda son söz ve veto hakkı kralın elindeydi. Halk ekmek derdindeyken,kral,soylular ve kilise varolan haklarını koruma ve daha fazlasını elde etme arzusundaydı. Bu mecliste kralın sağındakiler var olan düzeni savunurken,solundaysa halk destekçisi yenilikçiler vardı. Şöyle ki meşrutiyetçiler yani kralın yerinde kalmasını fakat bir meclisle yönetimi paylaşmasını savunanlar sağ tarafta oturuyorlardı. Muhafazakarlardı ve radikal değişim taraftarı değillerdi. Solda

Transhümanizm çağı: Üst insan mi oluyoruz?

 İnsanlık tarihimiz bugüne her türlü badireler atlatarak; önceleri hayatta kalma güdüsüyle daha sonra alet yaparak ve en sonunda doğaya hükmederek muhtelif yollardan geçmekle sürekli bir gelişme göstermiştir. Bu gelişme duracak gibi de değildir. Hayatını kolaylaştırmaya doğru gelişme sağlayan yaralarını saracak teknolojiye gelinen noktada; insanlık tarihi ne kadar savaş gibi utanç verici kötülükler yaşıyor olmasına karşın beraberinde çok iyi işler de yapmaktadır. Yerleşik hayatla medeniyeti de oluşturan insan ırkı barbarlık ve hayvani benliğini de arkasında kısmen de olsa bırakarak hümanizmi benimsemiş ve insana değer vererek medeniyet öncesi karanlığı gerisinde bırakmıştır. Hümanizmle sosyal hayatı etik ve normlarla düzen sağlayan, bilim yapan insan ırkı; artık makinelerle iş yapmakta ve makinelerle birleşerek üst insan çağına giriş yapmıştır bu yüzyılımızda. Nedir bu üst insan çağı? Transhümanizm çağı.. Transhümanizmi ne olduğunu irdeleyerek bu üst insan modelimizin ne olacağını göre