Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Biyopolitika ve komplo teorisyenliği üzerine

 Bu "çip taktılar" meselesi bir ölçüde sınıfın "kendinde bilincinin" sezgisel ifadesiyken bir ölçüde de, bunu ifade edenler farkında olmasa da, Foucaultcu tezler aslında. Biyoiktidar, tahakküm, gözetim toplumu tezlerini yeniden üretiyorlar. Oysa kapitalizm böyle işlemez. Evet, devlet, egemen sınıfın baskı aygıtıdır ama bunu sürekli kılabilmek için sermaye sınıfı ideolojik aygıtlarını rıza uretimi için kullanır. Başka türlü salt baskı aygıtı olarak egemenliğini sürdürmesi zordur. O yüzden ideolojik mücadele daha ön plandadır. Baskı aygıt görünümü bir ölçüde çıplaktır. İdeolojik boyut ise kolayca anlaşılamaz. Edebiyat dünyasından örnek verirsek, zaten, Orwell'ın 1984 romanı anti komünist olması yanında, "gözetim toplumu" geyiğini sürdürdüğü için bu kadar ön plana çıkarılıyor. Cesur Yeni Dünya ise ideolojinin gücünü ön plana çıkardığı için daha gerilerde.  Velhasıl, "çip taktılar" meselesini daha çok sağcılar kullanıyor ve aslında Foucaultcu t

BİTEN İLİŞKİ ARDINDAN KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

Biten bir ilişki üzerinden kişilik bozukluklarını ele alalım (hemen herkes de EN AZ BİR kişilik bozukluğu vardır. Bunlar ; Narsistik, şizoid, bağımlı, borderline kişilik bozukluklarıdır. İlişki bittikten sonra narsist birey : “aman ben daha yakışıklı/güzelim daha iyisini bulurum” veya “spor yapıcam six pack çıkarıcam, daha güzel/yakışıklı bir sevgili bulucam, beni kaybettiği için acı çekicek”.  Narsist partner, onun her şeyi yapmaya hakkı vardır. O, size her şeyi yapabilir ama sizin ona en ufak bir söz söyleme hakkınız bile yoktur. Haksızlığını belirttiğinizde öfkeden yerinde duramaz. Terk etmesi, aldatması sizin suçunuzdur.Terk ettikten sonra hakkı varmış gibi hayatınıza tekrar girmeye çalışır. O istediğiyle birlikte olur ama sizin yalnızlıktan ölmeniz gerektiğini düşünür. Hayatınıza birisini aldığınızda hakkı varmış gibi öfkesini size belli etmeye çalışır. Çünkü o mükemmeldir, unutulmaması gerekir. İlişki bitiminde bağımlı kişilik bozukluğu olan birey; Uyuşturucu, alkol, yemek veya b

İstemenin analizi

Talep ettiğim şey elimden çıktığı anda asıl mutluluk başlıyor...  İsteme, kaygının başıdır. İsteme kişinin kendi öznesinde boşluk inşaa etmesidir. İstenen şey de o boşluğun olmadığı kendi halidir. Özlemek de böyledir.  Kierkegaard “bir şeye özlem duyarken aslında eksik hissetmeyen, boşluksuz olan kendimize özlem duyarız” der bundan dolayı Muzaffer Ozak bu bağlamda “Hiçbir şey isteme, ama verilen hiçbir şeyi de geri çevirme” diyor. Çünkü verilen şey ehadiyet sırrındandır ve bir lütuftur, olduğu gibi ironiktir. Bir şeyi üretirken “sonucu nasıl olacak” kaygısı, o şeyi üretirken aldığım zevki unutturabiliyordu bazen. O an içinde bunu hatırlarsanız an’ı bir eğlenceye çevirebilirsiniz.  “Hatırlama ve unutma sanatlarında uzmanlaşmış birisi varoluşla badminton oynayabilir” Öyle şeyleri unutuşa bırakmışım ki... Onlarla arada karşılaşıp, yazdıkları gözüme çarptığında; bitmeyen öfke ve üzüntüleri, manidar dokundurmaları, geçmişi semptom haline getirmişler diye düşündürür bana. Hayatından kim çıka

Korku ve kaygı üzerine

 İlk ayrılığın doğumun kendisiyle başladığını ve doğumla beraber söz banyosunun içine doğan bebeğin, doğumun bebek için aynı zamanda ilk travma hali olduğunu öne süren Freud'tan biliyoruz ki kaygı, tüm kaygıların ana kaynağı ve örneğidir. Peki nedir bu kaygı? Korkuyla ilişkisi ne? Bu duyguların getirdiği patojen toplum halini nasıl oluştuğunu gözler önüne sürelim..  Öncelikle bu iki duygunun tanımına bakarak arasındaki farkı irdelememiz elzem bir tutum olacaktır.  Genellikle birbirinin yerine kullanılan ve aynı anlamı çağrıştıran kavramlar olsa da bu iki kavram birbirinden farklıdır. Korku kelimesi, dilimizde oldukça kullanılan kelimelerden birisidir. TDK'ye göre korku kelimesi anlamı şu şekildedir: - Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü - Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara - Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, solunum ve kalp atışı hızlanması vb. belirtileri olan v

Erkek sünnetinin psikodinamik açımlaması üzerine :

Öncelikle travma kavramının ruh biliminde karşılığına bakalım. Travma, canlı üzerinde beden ve ruh açısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan yaşantıdır. Bu zorlayıcı yaşam olaylarının bir listesi yapılırken,erkek çocuklarına yetişkinliğe ulaşmadan yapılan bu geleneksel uygulamadan hiç bahsedilmez. Fakat bu konuda çok ciddi tezler, ciddi kitaplar vardır. Bunun dışında hiçbir uluslararası tıp örgütünün bu konuda yapılmasını salık verdiği doğru düzgün bir tane makale yoktur. Aynı zamanda dini bir mesele olduğundan, asıl konuşması gereken hekim ve ruh sağlığı uzmanlarının sessiz kalması, 6000 yıllık bu kadim geleneğin sürmesini sağlamıştır. İlahiyatçılar, Kuran'da tek bir ayette bile geçmediğini bilirler, Tanrının insanı mükemmel yarattığını dile getirirler. Buna rağmen dini bir gereklilik olarak yerleşmiştir. Fakat benim tartışmak istediğim ilahiyat boyutu değil, sağlıklı bir bedenin bütünlüğünün bozulması ve sonucundaki nihai etkileri. Bir kere hiçbir erkek çocuğu, çok

Ayrışma

 İnsan dünyaya hiçbir bağıntı olmadan bir ötekine bağımlı olarak gelir. Beyninin büyüyüp gelişmesi için bile bir ötekine bağımlıdır. Bakım verenin bebeğin duygusal ihtiyaçlarına cevap vermesi, göz teması kurması, gülümsemesi ve kucağına almasıyla bebeğin nöral bağları gelişir. İnsan doğduğunda kendi varlığının da farkında olmaz, kendini annenin bir uzvu, organı olarak ona yapışık olduğunu zanneder. Bakım verenin uzvu olmadığını, ayrı bir birey olduğunu anladığında çevreyi keşfetmeye, ayrışmaya başlar. Mahler'in ayrışma-bireyleşme dediği konu tam burada devreye giriyor. Bakım veren, bebeğin bağımsızlık sürecini olumlu atlatamazsa "ayrılık anksiyetesi" yaşayamaya başlar. Çocuk ondan ayrışmasın diye onun ihtiyaçlarını aşırı karşılayarak özerk gelişimine engel olur. Masterson' un 3 atlısından(kendilik aktivasyonu, terk depresyonu, eyleme vurum) ilki olan kendilik aktivasyonu  böylece negatif aktive olur. Annenin istemediği gibi davrandığında varlığının onaylamamasını kend

Kızların karmaşık olması

Erkek çocuk, kızdan farklı olarak, ilk sevgi nesnesi anneden ayrılmak zorunda kalmış, "mecburen, istemsizce" özgür kılınmıştır; kız ise bağıntılıdır. Özgürlüğün, şeker gibi şahane bir şey olduğu propagandası yapıldığından tabii ki çoğu insan anlamayacak söylediğim şeyi. Erkek, anneden(tabiat ana?) "uzaklaştırılır" ve tüm hayatı boyunca o "cennete" dönmek için debelenir. Kız ise "tabiatın" ta göbeğindedir; eril olanı merak eder ama bu merak, tabiattan ayrılmayı gerektirecektir. Kız, bu karmaşadan tam çıkamaz. Kadınlar bu yüzden "karmaşıktır". Kız ödipal dönemde nesnesini keskin bir virajla değiştirmek zorunda kalmıyor, çünkü erkek kadar sert bir yasaya tabi değil. Babanın yasası erkek için kıyım vaadediyor. Kızın uymadığı takdirde kaybedeceği bir şey yok. Nesnelerin "anası" zaten cepte. Kız kendi doğasına da içkin olan dişilik okyanusundan hiçbir zaman atılmak ve mahrum kalmak zorunda değildir. Dolayısıyla hiçbir zaman "ay