İnsan dünyaya hiçbir bağıntı olmadan bir ötekine bağımlı olarak gelir. Beyninin büyüyüp gelişmesi için bile bir ötekine bağımlıdır. Bakım verenin bebeğin duygusal ihtiyaçlarına cevap vermesi, göz teması kurması, gülümsemesi ve kucağına almasıyla bebeğin nöral bağları gelişir. İnsan doğduğunda kendi varlığının da farkında olmaz, kendini annenin bir uzvu, organı olarak ona yapışık olduğunu zanneder. Bakım verenin uzvu olmadığını, ayrı bir birey olduğunu anladığında çevreyi keşfetmeye, ayrışmaya başlar.
Mahler'in ayrışma-bireyleşme dediği konu tam burada devreye giriyor. Bakım veren, bebeğin bağımsızlık sürecini olumlu atlatamazsa "ayrılık anksiyetesi" yaşayamaya başlar. Çocuk ondan ayrışmasın diye onun ihtiyaçlarını aşırı karşılayarak özerk gelişimine engel olur.
Masterson' un 3 atlısından(kendilik aktivasyonu, terk depresyonu, eyleme vurum) ilki olan kendilik aktivasyonu böylece negatif aktive olur. Annenin istemediği gibi davrandığında varlığının onaylamamasını kendi özerk gelişimine bağlayan çocuk "terk depresyonu" yaşar. ve hayatı boyunca terk edilmemek için kendini koşullu sevgilerin içerisinde bulur. Sahne değişir, dekor değişir, kişiler değişir ama senaryo hep aynıdır. O gitmesin diye yapılan sevişmeler, alınan hediyeler, hatalarına göz yummalar, alttan almalar...
Çırpındıkça batılan bu girdabı Rumi'nin sözü çok güzel özetliyor: "İnsan suya düştüğü için değil, sudan çıkamadığı için boğulur."
Yorumlar
Yorum Gönder