Öncelikle travma kavramının ruh biliminde karşılığına bakalım. Travma, canlı üzerinde beden ve ruh açısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan yaşantıdır. Bu zorlayıcı yaşam olaylarının bir listesi yapılırken,erkek çocuklarına yetişkinliğe ulaşmadan yapılan bu geleneksel uygulamadan hiç bahsedilmez. Fakat bu konuda çok ciddi tezler, ciddi kitaplar vardır. Bunun dışında hiçbir uluslararası tıp örgütünün bu konuda yapılmasını salık verdiği doğru düzgün bir tane makale yoktur.
Aynı zamanda dini bir mesele olduğundan, asıl konuşması gereken hekim ve ruh sağlığı uzmanlarının sessiz kalması, 6000 yıllık bu kadim geleneğin sürmesini sağlamıştır. İlahiyatçılar, Kuran'da tek bir ayette bile geçmediğini bilirler, Tanrının insanı mükemmel yarattığını dile getirirler. Buna rağmen dini bir gereklilik olarak yerleşmiştir. Fakat benim tartışmak istediğim ilahiyat boyutu değil, sağlıklı bir bedenin bütünlüğünün bozulması ve sonucundaki nihai etkileri. Bir kere hiçbir erkek çocuğu, çok erken bebeklik döneminde sünnet olmamış ise ki bu durum için bile bedenin kayıt tuttuğunu, bir hafızasının olduğunu söyleyebiliriz- sünnetini unutmaz. Ne olduğunu anlamadan, toplumsal bir histeri halinde, birtakım yüceltme mekanizmaları(sünnet düğünü) kullanılarak, travmatik bir deneyimin içine çekilir. Sadece bir deri parçası denilerek aslında binlerce sinir ağı bulunan, cinsel aktivitede bir fonksiyonu olan bir yapıyı kesmek çocukta unutamayacağı bir acı bırakır. Hem bedeninde hem hafızasında. Bir diğer konu; Freudyen yorumda geçen "kastrasyon" meselesidir.
Erkek çocuk, cinsel etkinliklerine karşılık olarak kendi penisinin baba(erk, iktidar) tarafından kesileceği korkusuna kapılırken (kastrasyon anksiyetesi), yaşadığı ruhsal bir çatışmadır diye açıklanır kısaca bu durum. Yani özellikle 3 yaşından itibaren penisinden haz almayı keşfeden, ona dokunan, oynayan bir çocuğun, sanki toplumsal bir erk tarafından cezalandırıldığı algısı ağırlık kazanmış olur sünnetle birlikte. Bu ciddi travmatik meseleyi başka boyutlarda da değerlendirmek mümkün. Sünnet geleneğini yaygın olduğu bazı ataerkil toplumlarda erkekliğin bir gerekliliği olarak görülmesi de ciddi komplekslere gebe bir konudur. Bu konuda ünlü antropolog Ashley Montagu'nun "Sakatlanmış Cinsellik" makalesindeki tespiti ilginçtir. Montagu, Ortadoğudaki şiddetin ve hoyratlığın ana sebeblerinden birini erkek sünnetiyle 10. ilişkilendirir. Araştırılması gereken bir tespit. Freud'un da ciddi tespitleri var. Freud'a göre sünnet olayı erkek çocuğun annesine karşı duyduğu özlemden vaz geçtiğini göstermek amacıyla toplum önünde törensel olarak uygulanan bir cerrahi operasyondur. Erkek sünnet olarak artık erkekliğe adım atmış ve annesi ile bağlarını tam olarak koparmış olmaktadır. Şu konuyu biliyoruz, erken yaşlarda anne-çocuk bağına zarar verdiğini ve gizli, bastırılmış agresyonlar yaratabileceğine dair araştırmalar mevcuttur.
Nörofizyolog James Prescott'a göre erken yaşlarda, özellikle bebeklerde yapılan sünnet, bireyin gelişen beyin yapısında cinsel zevk duygusunun acı ile birlikte kodlanmasına neden olur, ve bu şekilde cinsel olarak sağlıklı gelişmesini, ve ileri yaşlarda cinsel zevki ve cinselliğin manevi boyutunu gerektiği şekilde yaşamasını güçleştirir. Ataerkil toplum, bireylerin cinselliğini bu şekilde kontrol etmiş oluyor özünde. Çünkü yetişkinlik döneminde cinsel ilişkiden alınan hazzı azalttığı da bilinen bir şey.
Tüm bunlara rağmen bu meselenin etkileri ne yeteri kadar araştırılıyor ne yeteri kadar üzerine araştırma yapılıyor ne de yeteri kadar konuşuluyor. Gelenekler uğruna yapılıyor olmasından başka bir dayanağı olmayan bu meselenin ciddi kritik edilmesi lazım..
Yorumlar
Yorum Gönder