Daha doğmadan DNA'mıza işlenen bilgiler ve akabinde doğunca aileden başlayarak toplum, okul ve daha nice kaynaktan üzerimize düşen bilgi yığınlarının farkında mıyız acaba? Peki bu bize kodlanan bilgiler gerçekten bize mi ait? Bize ait değilse biz kimiz o zaman? Tam bir varoluşsal fiyasko ...
Aile kurumundan tut da tüm çevreye kadar, bize empoze edilen bilgiler var. Okula gideriz okullarda hep başkalarının başarılarını, başkalarının bilgilerini bize öğretirler. Yazarların ve tüm ilim insanların sözleriyle zihnimizi doldururlar ve nitekim biz de bu bilgiler ışığında kendi benliğimizi yaratırız. Başkaların bilgileriyle yaşarsak ancak başkası oluruz öyle değil mi? Sadece bu da değil ki bizim dışımızda dışarda yani hayatta işlenen bir sistem var ve bizim de bu sisteme ayak uydurmamızı, ayak uyduramazsak ayak olacağımızı söyleyerek, bizi sisteme biat ettirmeye çalışan nasihatçıklar var çevremizde.
"Çoğumuz ikinci el insanlar haline geldik. Okuyoruz, üniversiteye gidiyoruz, büyük oranda bilgi biriktiriyoruz. Bu bilgiler başka insanların düşündüklerinden ve söylediklerinden oluşuyor. Topladığımız bilgileri başkalarının söyledikleriyle kıyaslıyoruz. Orijinal hiçbir şey yok. Yalnızca tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz. Ve biri bize, “düşünce nedir, düşünmek nedir?” diye sorduğunda yanıt veremiyoruz."
İlk 25 yılına kadar hep başkaların bilgileriyle yaşıyorsun. Sonra sorgulamaya başlıyorsun. Bu bilgiler bana ait değil diye ve sonra ben kimim diyerek koca bir hiçliğin içinde mutsuz kalıyorsun.
Sahi bize ait olan ne? Nerde hata yapılıyor? Gelin bu sorunun üzerinde duralım...
Şimdi öncelikle bir söz vardır: "Bir insana bir iyilik yapmak istiyorsan ona balık verme ona nasıl balık tutulacağını öğret" diye harika bir sözün ne kadar erdem kokan bir düşünce olduğunun üzerinde duralım. Sahiden de iyilik öyle olmalı değil mi? Aksi takdirde balık verirsen o kişi hep sana muhtaç kalacak ve gene senden isteyerek sana kul olacaktır.
"Ne yani insanlara bilgi verilmesin mi?" diye soranlar olacaktır. Öncelikle bilginin ne olduğu ve bir düşüncenin nasıl bilgi haline geldiğine kadar irdelemek gerekiyor. Evet irdelersek, sorunun kökenine inersek işte o zaman sorunu tam kavrayıp çözümü de anlayacağız. Çünkü her çözüm, sorunun kendisinde yatar.
Bilgi hiyerarşi dediğimiz temel kavramlardan söz etmek istiyorum.
Bu kavramları açıklayalım.
VERİ: Veriler, kendi başlarına ham halde durum bildiricilerdir. Sayısal veya sözel olabilen simgelerdir. Bir bağlamla (içerikle, temayla) ilişkilendirilip işlenmezlerse bir anlam taşımazlar.
ENFORMASYON: Enformasyon ise verinin anlamlı bir şekilde kullanılmasıdır. Örneğin her sayı bir veridir. "Bir kitap" ise anlam yüklenmiş veridir. Artık veri bir sıfat görevinde kullanılmıştır. Kısaca enformasyon için bir ya da daha fazla verinin anlamlı olarak bir araya getirilmesi tanımını yapabiliriz.
BİLGİ: Bilgi de bu noktada karşımıza çıkar. Enformasyonu anlama, kavrama, sentez ve analiz edebilme yeteneklerine sahip kişiler enformasyondan bilgiye ulaşmış kişilerdir.Bilgi veri ve enformasyonun üst düzeyinde karışık bir yapıdır.
Şimdi de bir örnekle anlamlandıralım.
Veri> Kırmızı
Enformasyon> Trafik lambası kırmızı yandığında duruluyor
Bilgi > Trafik lambası kırmızı yandığında durmalıyım.
Bilgi oluşum sürecini anlatıp üzerinde örnek vererek anlatmış bulundum. Şimdi sorunumuza geri dönelim.
Kimseye bilgi verilmemeli mi? Evet bilgi verilmemeli enformasyon verilmelidir. Balık örneğinde oldu gibi hazır balık(hazır bilgi) vermeyeceksin nasıl balık tutulacağını öğreteceksin. Bunu da bilgiyle değil işlenmemiş verilerle sadece göstereceksin. Çünkü bir insana hazır bilgi vermek o insana yapılmış hakarettir. Onun aklına yapılmış bir terbiyesizliktir. Bu sorun mallesef ailede ve en çok okulda yapılmaktadır. Öğretmenler öğrencilerine hazır bilgi vererek öğrencilere robot muamelesi yapmaktadırlar. Eğitim sistemleri enformasyona yönelik olmalıdır bilgiye yönelik değil. Enformasyona yönelik olursa insanlar güdülen değil kendisi enformasyon kullanarak yeni bilgiler açığa çıkartmakla birlikte kendisi de bilginin farkında olacaktır. Nitekim insanların çoğu bildiği şeylerin aslında bilmediği ona empoze edilmiş ezberlerden olduğu aşikardir.
Bu konuyla Sokrates'den bir sözü sizinle paylaşıp yazıyı bitirmek istiyorum.
Sokrates; öğretmenlere:
Öğrencilerinize bir şey öğretmeyin, onları düşünmelerini sağlayın.
Çünkü onlar düşünmeye başlarsa zaten kendi çabalarıyla öğrenir,
Ve çaba sonucu öğrenilen bilgi, en kalıcı bilgi olur ve silinmez.
Yorumlar
Yorum Gönder