Ana içeriğe atla

Kadın esasında yoktur; o erkeğin semptomudur.

Yazımın başında belirtmek isterim ki; bu yazı hiçbir varlığı inkar etmiyor, hiçbir cinsiyete ve hiçbir ideolojiye hizmet edası taşımıyor. Bir cinsiyete karşı öfke ya da karalama amacı da gütmemektedir. Bu yazı sadece farkındalık ışığıyla sizlere yeni bir perspektif sunarak, gerçeğin cesetlerini analiz etme penceresi izlenimi vermektedir.

Öncelikle doğada dişi vardır kadın diye bir şey yoktur. Kadınlaşma süreci zamanın anlam yaratma işlevinde tezahür etmiştir. Bizler, dişinin üzerine rol ve biçimler katarak kendi emellerimiz doğrultusunda dişiyi kadınlaştırıyoruz. Anlam yükleme öznesi olarak biz insanlar, rol ve biçimlerle ötekinin iradesi dışında - onu özne olarak baz almadan- dişiliğin fıtratını bozarak ne yazık ki onu özündenden koparmış bulunmaktayız.

Ne demek kadın yoktur? Bunu anlamak için varlık(isim) ve sıfat konusunu açmak lazım. Sıfat varlıkları nitelemenin adıdır. Bir varlığın nitelikleri yani bir bakıma onun özellikleri olur. Örnek veriyorum; yakışıklılık bir sıfattır. Bu sıfat erkeğin bir niteliği, özelliğidir öyle değil mi? Yani yakışılılık sıfatı varlık değil, varlığın sadece bir özelliğidir. Aynı şekilde güzellik de bir sıfattır ve dişinin bir özelliğini belirtir. Güzellik bir varlık değil varlığın sadece bir özelliğidir.

 Sorgulamaya devam edelim. Peki kadın kavramı varlık mıdır? Yoksa varlığa atfedilmiş bir roller paketi midir? Çocuk doğduğunda organları farklı diye onlara birtakım özelliklerden oluşan toplumsal sıfatlar isnat ederiz. Cinsiyet organları üzerinden kişilik/kimlik oluşturmanın sapkınlığına hiç değinmeden konumuza geri dönecek olursak, dünyaya gelen varlığa organı baz alarak, ona hazır paketlerden oluşan bazı roller özelliklerini ona sunar ve hatta empoze ederiz. İnsan olarak doğan varlığa cinsel organları üzerinden atfedilen bu cinsiyetçi özellikleri iki şekildedir. Erkek ve kadın. Peki bu özellikler varlığın kendisine mi yoksa organları baz alarak oluşturulan bir olgu mu? Hiç kuşkusuz tabii ki cinsel organlarıdır. Kadın nedir? Zayıf olan, ev işi yapan, başı kapalı olması gereken, herkesin içinde kahkaha atmaması gereken, tek başına gece dışarıda olmaması gereken vs. gibi özellikler kadın kavramı adı altından toplanmış rol paketleridir öyle değil mi? Kadın diyince bunu anlıyoruz. Aynı şey fonksiyonel olarak erkek için de geçerli.

Pekala biz bunları varlığın kendisine değil cinsel organlarına atfedilmiş olduğunu beyan ettik. Cinsellik üzerinden kişilik oluşturmak ne kadar sağlıklı? Varlık insandır ve onun bazı özeliklerine kadın/erkek diyoruz. Sıfat bir varlık mıdır yoksa varlığın bir vasfı mıdır? İşte tam bu noktada iddiamda ifade etmiş olduğum gibi kadın sıfatı esasında yoktur. Çünkü sıfat varlık değildir. Bu sıfatı irdelemeye devam edeceğiz.

Duygu Asena der ki; "kadının adı yoktur". Ataerkil sistem her açıdan yapılanmış olup dili eril, sosyal roller açısından patriyarka, ekonomide güç olarak sahada merkezdedir. Karın ise merkezin yanında parantez içinde bulunan soyadı adı altından geçen bir kişisel mülk olduğu trajiktir. Doğada bu tür konsept trajedisi olmadığını gözlemlerimizle insanların doğal bir canlı olduğunu iddia edebilir miyiz?

İddiamda kadın yoktur dişi vardır demiştim. Kadın sosyo-politik bir kavram olduğu aşikar. Sosyolojik düzlemde icat edilmiş olan kadın sıfatı yerine doğada dişi olarak mevcuttur. Dişi ise sosyolojik değil biyolojiktir ve doğal plan da budur. Yani varlığın doğuştan farkı biyolojik işlevleri inkar edilemez. Benim yakındığım cinsel organ üzerinden sosyal kimlik oluşturma sapkınlığıydı.

Peki ne oldu da dişi kadına dönüştü?

DİŞİ'DEN KADINA

İnsanlık tarihinde çoğunlukla hatta neredeyse her zaman erkek egemenliği yani ataerkil yaşam yapısı izlenmiştir. Hala da öyle. Erkekler dişileri de özellikle özel mülkiyetle kendi mülküne katarak, onları özünde uzaklaştırıp kendi emelleri doğrultusunda yol izleterek, özne halinden nesneleştirme konumunda ötekileştirmiştir. Dişi, öteki olarak kadın giysisi giydirilerek varlığın vasfı değiştirilmiştir. O artık özne değildir. 

Önceleri komün/klan cemaat/bölük veya ne diyecekseniz deyin öyle yaşayan insanlar emeklerini, iş ürünlerini hep birlikte havuza toplamaktaydılar. Öyle ortak bir yaşam sergileyen insanlıkta özel mülkiyet kavramı yoktu. Herkes ihtiyacı kadar pay alıyordu. Gel zaman git zaman bazıları daha fazla pay almak istedi ve bunu diğerleri üzerinde güç olarak kullanmak istedi. Akabinde bunu kendinde olanlara çocuklarına aktarmak ve çocuklarına bakacak ve soyunu yüceltmek için de dişi varlığı da mülküne kattı. Bununla beraber, yeni bir toplumsal hareket olan özel mülkiyetle aile kavramıyla artık topluluktan kopuldu. Sosyal roller çizildi ve her şey mülk adıyla güç üzerine kuruldu. Dişiye bu yeni hareket etkinlikte roller verilmesiyle bu rol özellikleri sıfat olduğunu beyan etmiştik- dişi kadına dönüştü.

Günümüzde bu hala mevcudiyetini koruyor. Aile kurumuna baktığımızda ebeveynler, doğan çocukları kendi narsisizmleri gereği şekilde istedikleri rolleri empoze ederek, çocuğu insan olarak değil de erkek ve kadın olarak yetiştirmektedirler. Ebeveynlerin dünyasında daha doğmayan çocuğun rolleri bellidir ve tabiri caizse çocuğu bir hamur gibi yoğurarak onları insandışılaştırma operasyonuyla erkek ve kadın zihniyle empoze etmektedirler.

Cinsiyet üzerinden kişilik/karakter oluşturan bu toplumun en küçük birimde daha çocuklar çocukken dişiye oyuncak bebek, erkeğe ise silah oyuncak verilmiyor mu? Erkek serbest, kadın ise gizlenmiş olarak empoze edilmiyor mu? Kıyafet olsun da roller olsun her cinsiyete farklı ahlak yansıtılmıyor mu? 
Bu patriyarka hizmet eden sistemin çarkları nasıl işliyor zannediyordunuz? Her şey aile yuvasında başlıyor.. 

Doğada hayvan anneler, çocuklarını erkek-kız olarak yetiştirmemekte ve sadece ayağa kaldırmak görevi üstlenirler. Oysa insan ırkı çocuklarını erkek-kız olarak bölmektedir. Erkek ve kız varsa orda insanlık yoktur. Çünkü insanlığın cinsiyeti yoktur.

Örneğin insanlar, dişi çocuklarına işte gece dışarı çıkamazsın,yemek-bulaşık senin işin, erkeklerle bir arada bulunamazsın vs. bir çok verileri empoze ederek onu istediği şekilde bir program yükletir. Ve artık dişi çocuk dişi değil ebeveynlerin kodladığı bir kadın sıfatı şeklinde tezahür edilmiştir. Aynı kodlanma erkekler için de hiç de farklı değildir.

Tam bu noktada bunları tasdikleyecek olan bilim camiasında Fransız Psikanalist Jacques Lacan -kadın yoktur- diye ünlü bir sözü vardır. Peki psikoanalist Lacan ne demek istemişti? Dolaylı olarak anlatmak gerekirse öncelikle şunun farkında olmamız gerekmektedir. Kadın, biyolojik ya da fizyolojik bir temsile işaret etmez. Yani kadın demek aslında dişi bir canlıya karşılık gelmez biyolojik olarak. Nitekim kadının biyolojik bir temsile karşılık gelmediğini anlamak için biyolog olmaya gerek yoktur. Kadın toplumsal cinsiyetinin yaratmış olduğu bir sıfattır. Yani doğa, dişi canlılara kadınlık özelliğini bahşetmemiştir. Dişilere bu sıfatı bu sıfat kime yarıyorsa o vermiştir. Bu onların fantezisidir.

Kadın, erkeğin rüyasıdır.
Bu rüyadan uyanan dişi Lacan’ın sözüne bağlı olarak, kadın özneleşip özerkleştiğinde kadınlığı reddedip ben kadın değilim dediğinde erkeğin rüyası kâbusa döner.
Çünkü fantezisinde kontrol edemediği bir durum meydana gelir, işler erkeğin planladığı gibi gitmemeye başlar. Ve öylelikle erkeklik krizi ortaya çıkar. 

Dünyaya baktığımızda dişilerin nesne durumda ikinci sınıf muamelesi gördüğünü, ataerkil bir yaşam düzeni içerisinde sömürüldüğünü görmekteyiz. Bu erkek egemenli sistemin bu noktaya gelmesinin iç yüzüne baktığımızda gerek özel mülkiyet gerekse de dişilere verilmiş roller... Yani anlattığım gibi, dişileri kadına çevirme operasyonu. Dişilere verilen rollerle onların özünü unutturma ve kendilerine kul etme çabasından başka bir şey değil bu.

Lacan kadın yoktur diyordu; çünkü toplum tarafından yaratılmış kadın kimliği vardır demek istemekte olup eril toplum tarafından bunun kodlandığını anlatmaya çalışır, yüzeysel okunduğu zaman cinsiyetçi bir söylem gibi görünse de aslında eril düzene karşı yaptığı bir taşlamadır. Bu savda erkeğe bir eleştiri, dişiye ise özgürlük adı altında farkındalık mesajı veriyordu. 

Kadın yalnızca sonu olmayan izdüşümler dizisidir, erkek söyleminden doğan üründür.
Kadın imgesi asla bir özne değil erkeğin nesnesi durumdadır. Dişiye giydirilen kadın elbisesini açığa çıkararak ve Lacan'ın yorumuyla kadın tedbil-i kıyafet durumdadır, diyebiliriz. Bu yüzden kadın, kurgudur. 

Erkek kadına referansla değil kadın erkeğe referansla tanımlanır ve farklılaştırılır. Kadın rastlantısal olandır, özsel olana karşıt özsel olmayan varlıktır. Erkek Öznedir, mutlak varlıktır kadınsa Öteki Cins’tir.
Ve kadının ontolojisi erkek tekelindedir.

Dişi gerçeğini öldürüp yerine kadın ontolojisi yaratarak ilk gerçeği öldürmüş bir eril sistemdeyiz. Gerçeği öldürünce yerine gerçeğin cesetleri yaratmış bir ırk olarak bulunan insanın yüzyıllardır acılar çekmesinin sebebi belki de budur.

Bu durumda özgürlük, kadın haklarını savunmak mıdır yoksa dişi varlığa zorla giydirilmiş o sömürü elbisesini çıkarıp atmak ve arınmak mıdır?
Kadın hakları kimden isteniyor? Kadını hak aramaya itenler mi? Ne demişti Albert Einstein : "Bir problemi o problemi yaratanlarla çözemezsiniz" Dolayısıyla zaten problemin sahibi olanlardan hak dilemek, absürt bir tapınmaya dönüşmez mi? 

Öz'gürlük kendi kelimesinin kökeninde olduğu gibi özden gelir. Kadınlığı redderek özüne yaklaşanlar özgür olacaktır. Kadın haklarını savunmayın, kadın sıfatını reddedin. Özgürlük budur!

Çünkü mesele “kadın” kimliğini doğru içerikle doldurmak değil, onun bütün içeriğini boşaltmaktır. Daha doğrusu, onun tek olumlu içeriğinin kendi biçimi olduğunu, olumsuzluğu olduğunu tanımaktır. Kadın olmak hiçbir şey olmaktır, kadın hiçliktir. Ve bu iyidir, ideal slogan bu olmalıdır!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sağcılık ve Solculuk nedir arasındaki farklar ve tarihsel kökeni..

Sahi siyasetteki "Sağcı" ve "Solcu" Kavramları Nerden Geliyor? Tarihsel kökeni nedir? Kendini, ‘Ben sağcıyım’ veya ‘solcuyum’ diye nitelendirilen arkadaşlar, şöyle bir toplanın bakalım. Sağcı kimdir, solcu kime denir, hep beraber öğrenelim; Sağcılık ve solculuk kavramlarının kökenini Fransız ihtilaline kadar geri götürebiliriz. Fransız ihtilalinin çalkantılı dönemlerinde 16.Laouis karışıklıkların daha fazla büyümemesi için halkı toplantıya çağırmıştı. Adı her ne kadar halk meclisi olsa toplantıda son söz ve veto hakkı kralın elindeydi. Halk ekmek derdindeyken,kral,soylular ve kilise varolan haklarını koruma ve daha fazlasını elde etme arzusundaydı. Bu mecliste kralın sağındakiler var olan düzeni savunurken,solundaysa halk destekçisi yenilikçiler vardı. Şöyle ki meşrutiyetçiler yani kralın yerinde kalmasını fakat bir meclisle yönetimi paylaşmasını savunanlar sağ tarafta oturuyorlardı. Muhafazakarlardı ve radikal değişim taraftarı değillerdi. Solda ...

Sevgi tüm kötülüklerin kaynağıdır.

B ugüne kadar hayatımıza çocukluktan itibaren tüm kavramsal etik değerleri hiç sorgulamadan, iç İnsanlık tarihi boyunca ihtiyaç duyduğumuz ve mukaddes bir duygu olan sevginin ne kadar elzem bir tutum olduğu inkar edilemez bir gerçekliktir öyle değil mi? Peki sevginin iyilikle ve kötülükle ilişkisi nedir? Sevgi iyi midir kötü müdür? Sevgi kötülüğe dönüşebilir mi? Ne yazık ki evet. Sevdiği bir kadını bir erkek neden öldürür? Para ve güç sevgisi nedeniyle neden zulümler revaçta? Çocuk sevgisiyle ebeveynlerin çocuklarına olan faşizmi hiç de azımsanmayacak değildir. O halde neden? Sevgi tüm insanlığı kapsayan bir durum değil midir? Ne yazık ki pek de kapsayıcı görünmüyor. Çünkü birine ya da birilerine yahut bir gruba, dine, ideolojiye sevgi beslediğiniz vakit onun karşıtı olan her şeyin karşısında olup hatta nefret edersiniz. Sevginin seçim olduğu her halükarda apaçık olup beraberinde karşıtını oluşturduğu ve bununla beraber, bölünmelere yol açtığını ifade edebilir miyiz? Marks’ın sözleri i...

Kuran'da namaz diye bir ritüel yoktur.

Bu yazımda çok hasas ve bir o kadar da birçok inançta var olan "namaz" ritüelinin Kuran'da yeri olup olmadığını açıklamaya çalışacağım. Bu yazının referansı yaşanılan din değil  sadece Allah'ın ayetleri esas alınacaktır. Çünkü öne sürmüş olduğum yargı namazın sadece Kuran'da olup olmadığı ile ilgilidir. Dini ritüel olan namazın kökeni ve tarihçesi nedir? Namaz sadece İslam'a mı özgüdür? Kuran' da namaz var mıdır? Kuran'da namaz mı geçiyor?.. Kalıplaşmış ve binlerce yıllık süregelen olguları değiştirmek ve de onun yanlış olduğunu beyan etmek oldukça güç görünüyor. Güce ve çoğunluğa tapan toplumlarda böyle bir teşebbüste bulunmak, bırak karamaları öldürülmeye kadar bile gider. Ama biz hakikat yolcuları ölümü bile göze alarak ve tırsmayarak doğru bildiğimiz yolda gitme cürettine sahibiz. Aksi takdirde bu günlere( gelişim ve teknolojiye) nasıl gelebilirdik?... Öncellikle Kuran'da namaz kavramı değil  salât geçmektedir. Lakin mealcilerin çoğu  sa...