Ana içeriğe atla

Evlilik aşkı öldürür" sözü aslında ne anlama geliyor?

Bir yaygın söz olan şu "evlilik aşkı öldürür" sözünü mutlaka duymuşsunuzdur. Kitaplardan tut da sinemaya kadar sanata konu olan bu lafzın muhtevası nedir? Aşıklar için evlilik hayali bir mutlu son olarak hayal edilirken nihayetinde neden bu evlilik aşkı öldürmektedir? Nasıl oluyor da bu kehanet şaşmaz? 
Peki böylesi güzel bir hayal, nasıl olur da aşıkların temel arzusu ve hedefi olan  şu evlilik eylemi aşkı öldürebilir ki? "Evlilik aşkı öldürür" denilirken ne kastedilmiştir? Evlilik aşkı nasıl  öldürüyor? Bunu irdeleyelim.

Bu kehaneti anlamak için öncelikle aşkın ne olduğu ve evliliğin de ne olduğuna dair bir göz gezdirmemiz gerekiyor. Ancak olguların iç yüzüne bakarak ve sorunun kökenine inerek var olan komplike durumları anlayabiliriz öyle değil mi? Mesela hiç evliliğin tarihçesine yani nasıl tezahür ettiğine baktınız mı? Ya da aşkın ne olup olmadığına dair bir analiz yaptınız mı? Zira teorikte bilinen aşkla ve yaşanan aşklar arasında bayağı farklar bulunmakta. Neden? Çünkü insanlar ne aşkı ne evliliği biliyor. Sadece onlara empoze edilen ve onların da yüzü koyun bir tabu olarak kabul gördüğü alışkanlık halinde davranış silsilesi var. Öncelikle konuyu çok dağıtmadan direkt evliliğin nasıl icat edildiğini anlatmak istiyorum sizlere.

AİLENİN/EVLİLİĞİN TARİHİ KÖKENİ

Evrende tüm canlılar doğada varlıklarını sürdürebilecek biyolojik bir yapıya sahiptir. Bu canlılar yaşamak için gereksinimlerini içgü­düleri sayesinde elde ederler. İnsan ırkı da bu içgüdüleriyle ayakta kalmış, üremiş ve varlığını sürdürmüştür. Bu varlıkların kendi içinde yapılanması ise özelikle bilinç kazanan biz insan ırkı için varlığımız sosyolojik bir yapıda yapılandığını bugün gözlemlemekteyiz. 

Cinsellik canlılığın devamı için temel araç olmakla beraber, canlıların gereksinimi olan bu işlev, önceleri sürü halinde yaşayan insansıların bir arada ana etmenlerden biri oldu. Bu gereksinim için bir araya getiren temel etmen olan cinsel ilişkinin bir kuralı bir sınırı yoktu. Hayvanlar aleminde çiftleşmenin bir dönemi olduğu ve onları bir araya getiren haz ise çiftleşme güdüsüdür. İnsansılar ise bundan farklı olarak sadece üremek için çiftleşmekten öte fantazi seven bizler  cinselliğin doyurulma arzusunu yeğleriz. İşte diğer canlılardan bizi ayıran bu arzumuz, cinsel rastgeliğimizle ilk toplumsallaşma hareketi için değişime olanak vermiştir.  Özelikle hayvanlık benliğinden azad olan ve sosyalleşen biz insan ırkında "ben" kavramı ortaya  çıkmıştır. Bu ben kavramı özne olarak tezahür edip hem doğadan hem de diğer canlılardan ayıran bir psikolojik varlık olarak dilde ikame etti. Bu ikamet öznenin komün ya da ümmet, klan gibi diyebileceğimiz topluluktan ayrışmasına sebebiyet verdi. Çünkü önceleri komünle ortak yaşayan atalarımız komün içinde bireysellik faaliyetleri gösterdi. Bu faaliyet elbette mülkiyet yani güç üzerine kurulu oldu. Bu sebebiyetle özne artık kendi varoluşunu sürdürecek mekanizmaya ulaşmak için gelişme göstermeye devam etmiş ve devam etmektedir. Ki günümüzde bu neoliberalizm çağında mutlak bireyselcilik kavramı bu açıklamayı örnekler nitelikte saymak mümkündür. 

Tarih kaynaklarından da bildiğimiz gibi aile kurumu daha sonra icat edilmiş bir örgüttür. İnsanlar evlilik faaliyetinden önce komün(toplu/klan) halinde mutumalist yaşamlar sürdürüyor ve tek bir ümmet olarak bölünme yaşanmadan entegrasyonu sağlıyorlardı. Tüm mal ve mülk komünün ortak mülkiyetinde ve komünde yaşayanlar da ortak kültürü paylaşmaktaydı. Çocuklar herkesin çocuğu ve herkes birbirinden doğrudan sorumluydu. Mal ve mülk herkesin ihtiyacı kadar havuzdan alınıyordu. Derken birileri özellikle erkek türünden birileri daha fazlasını istedi ve komünden ayrı bir tutum sergileyerek bölünmeyi başlattı. Daha fazla mal almak isteyen ve bununla da yetinmeyip kadını da mülküne katan soyunu oluşturup soyunu yüceltmek için özel mülkiyet hırsızlığına yeltenenler, mal ve mülkleri bir de kendi çocuklarına aktarmak istedi. İşte böylelikle özetle aile kavramı öyle başladı diyebiliriz. 

Özel mülkiyet mirası da başlatarak insanlık ümmetini parçalara böldü.  İcat edilen aile kavramına evlilik de getirildi ve evlilik bir aidiyet ve tapulama işlemi olarak var oldu. Evlilik tüm bu yaşanan çirkefliği meşru olarak gösterildi tarihte. Aile ve evlilik böyle ortaya çıktı ve günümüze kadar süregelmektedir.
Bu konuyla ilgili analizler F.Engels'in " ailenin,özel mülkiyetinin ve devletin kökeni" kitabından okuyabilirsiniz. Evlilik denen yapının kökenini özetle üzerinden durduk. Şimdi biraz da aşk üzerinden konuşalım. Aşkla evliliği birbiriyle örneklerle mukayese ederek evliliğin aşkı nasıl öldürdüğünü analiz edelim.

AŞKTA DÜŞÜNCE YOKTUR

Aşk..  Üzerinden konuşulamadığı -dilin eksik kaldığı- bu hissiyatı anlatmak imkansız görünüyor. İşte bu noktada ancak aşkın ne olmadığı üzerinden duracağız.
Mutlaka duymuş veya okumuşsunuzdur; aşkta düşünce ve mantık yoktur. Aşk bundan dolayı zihinsel bir olgu olmadığı için mantıklı da olamaz; o her türlü mantıktan, düşünceden bağımsız, benlik ötesi bir metafizik histir.
Yapılacak ilk eleştiri aşk tezine karşı anti tez düşünce olan evliliğin bir düşünce olduğu ve bundan mütevellit  bu iki durumun çatışma yaratacağı ortada olmakla beraber bu yaşanan bir hadisedir. Kalp ile beyin arasında çatışma yaşayan partnerler bu diyalektikte kişilik bölünmesi yaşayarak huzursuzluğu boylamıştır. 

Aşkta düşünce yoktur ama bir düşünce ürünü olan evlilikle bu iki durumu beraber sürdürmek işte bu başlı başına bir faciadır. Ayrıca evliliğin mülkiyet üzerine kurulu olduğunu biliyoruz. Bu durumda aşk ve mülkiyet bir arada durur mu?.. 


EVLİLİK BİR TAPULAMA İŞLEMİDİR

Evlilik -gerek dini gerek bürokratik- bir tapulama işlemi değil midir? Yadırgıyor olabilirsiniz ve kabullenmenin güç olduğunu anlıyorum. Lâkin evlilik dediğimiz olgu iki insanın birbiri üzerinde söz sahibi olmaları ve onun üzerinde otorite kurma oluşu değil midir? Birbirinin üzerine otorite olan bu kişiler her hareket ve eylemde birbirinden onay ve yetki alma koşulunu sağlama eğilimleri gözlemlenen bir hadisedir. Aşkta otorite veya tapulama olur mu? Aşk özgürlük mü yoksa esaret midir? Bir belediye memurunun ya da din adamın önünde sözleşme imzalamak ve yemin etmek ne kadar doğrudur? Ancak sevgi olmadığında yemin edilir ve sözleşmeyle imza atılır. Bunlar hukuk devlet işleri diye bir eleştiri yapılabilir fakat bu durum zaten devlet hukuk dediğimiz üst kurumlar bunun yansıması olduğu görmezler mi? Evliliğin tarihçesini yukarda bahsettim. Devlet dediğimiz şey de bu ailelerin yan yana gelip örgütlenmesiyle var olan bir şey değil midir? Aile kurumunun özel mülkiyetle başladığını ve bu faaliyette erkeğin başrol olduğu öne sürerek diyebiliriz ki aile erkeğin minik devletidir. 

Başlığımıza dönecek olursak aşkta sözleşme olmayacağını izah ettik evet gerçek aşkta evlilik yoktur. Çünkü gönül aşkı ferman tanımaz.
Evlilik, iki kişinin sevgi alışverişiyle birbirini mülk edinip tapulama ve bunu sözleşmeye dökerek garantileme anlaşmasıdır. Bu bir ticarettir.
Gerçek aşk her türlü sözleşme ve arzulardan bağımsızdır.
Aşkta eğer sözleşme ve yemin varsa o aşk değildir çünkü aşk çünkü gönül ferman dinlemez.
Bugün yapılan,"evlilik sözleşmeleri düpedüz ticarettir."
İki insanın sağlıktaymış, hastalıktaymış bir ömür boyunca tapulu(!) olarak beraber olma sözleşmesi yani ticareti.. 

AŞK FERMAN TANIMAZ

Osho bu konuda der ki; Evlilik dediğin bir iş anlaşmasından başka nedir ki? Belediye memuru önünde bağlılık yemini ediyoruz. Oysa aşkta bağlılık yoktur.Aşka hakaret ediyorsun.
Sen aşkı mahkemeye çıkararak asla affedilmeyecek suç işliyorsun. Belediye memuruna söz veriyorsun.
Aşkta kontrat söz konusu olamaz.".
 "Aşk olmayınca evliliğe gerek duyulur.
Çok aşıkken bile seni terk edeceğini düşünüyorsun.Diğeri de öyle. En iyisi imama/belediyeye gitmek. İş resmiyete dökülsün,böylece emin olmalıyım.Böylelikle aslında sen ilişkiyi ticarete döküyorsun.
Peki bu ne gösteriyor? Aşkın tam olmadığı."
Tüm bu çirkeflikler aşk denen masum hissiyatı işte böyle öldürüyor.

AŞK BİR İLİŞKİ BİÇİMİ DEĞİLDİR

Bir diğer eleştirimiz ise aşkta ilişki olamayacağıdır. Evet aşk bir ilişki biçimi değildir. Ezberleri bozuyoruz. Aşk neden ilişki değildir? Çünkü; aşkta ilişki yoktur, ilişki varsa o aşk değildir.
Çünkü ilişki kurulacak iki insan yoktur.
BİRLİK hali vardır.
Gerçek aşkta sadece sevgi olur, çiçek açma, güzel bir koku, bir erime birleşme yaşanır.
Ve Aşkta bölünme olmaz.
Sevenler birbirinin içine erir.
 Aşkta ilişki hali yoktur,çünkü ilişki kurulacak iki kişi(seven-sevilen)yoktur. Benlikler birbirinin içine erir. Aşk bağlılığa dönüştüğü anda ilişki haline gelir. Aşk taleplerde bulunduğu anda hapishaneye benzer. Özgürlüğünü elinden alır;göklerde uçamazsın,kafeslenmişsindir.
Ama evlilikte öyle mi? Evlilikte bölünmenin alâsı vardır. En basitinde bilinen karı ve koca diye iki özne bulunmakta. Oysaki aşk dediğimiz kişilerin benliklerinin birbirinin içine erimesiyle oluşan bir bütünlük hali değil midir? Evlilikte bu bölünme özellikle imaj yaratır. Mesela eşinize karım diye bir imajla bakarsınız. Karım imgesi olmadan varlığa bakabilmektir aşk. Zira karım imgesi bir düşüncedir hem de varlıktan ayrı bir düşünce. Karım ifadesi bir sıfatı barındırmakla beraber o sıfata yüklenen anlamlar imaj yaratmıştır. Aynı şey koca sıfatı içinde geçerlidir. Bu düşünce varlığın önüne bir perde takarak aşık olanak varlığı baltalar ve onu o olarak göremezsin.. İşte bu bölünmeler evlilik kurumunda olduğu için evlilik aşkı öldürmektedir.

AŞKTA BAĞLILIK YOKTUR

Evlilik bağlılıktır. İki öznenin birbirine kanun önünde verdikleri bir ömür boyu beraber kalma fermanı ile birbirine ait oldukları bağlılık.. Bu bağlılık partnerini kanun gücüyle yanında bulundurma durumu olup karşı taraftan ayrılmak gibi bir durum karşısında topluma ve kanunlara hesap verme zorundalığın da var. Nedir bu bağlılık? Aşkta hesap sormak yoktur bunlar kalpte değil zihinsel kurgulardan doğar ve aşk zihinsel değildir. 

"Bağlılık, partnerin asla değişmemesi arzusudur. Bağlılık psikolojik olup partnerini otorite altında onu tapulamandır. Ve aksi durumda bunun için mahkemeye, topluma hesap vermek zorundasın.
Oysa ki gerçek aşkta bağlılık yoktur. Ve bir gün partnerin değişse bile aşkın hala aynıdır." der, Osho.

EVLİLİKTE SOYADI HEGEMONYASI

Evlilikte soyadı kavramına da değinelim.
Evliliğin erkek icadı olduğunu yazımın başlarında açıklamıştım. Evlilik erkeğin soyu adı altında yürümüyor mu zaten? Ailede kadının başarısı da erkeğin soyadı altında yüceltilmiyor mu? Evlilik mülkiyete dayalı bir ilişki olduğundan kesinlikle aşka aykırıdır. Çünkü aşkta mülkiyet yoktur. Aşkta cinsiyet de yoktur. Cinsiyet üzerine kurulu olan bir oluşum sağlıklı bir oluşum değildir. Soy erkeğin soyudur ve kadın sadece bir arzu nesnesi konumundadır. Evlilikte yaşanan tüm bu durumlar aşk boyutunu öldürür.

AŞK GÖREV TANIMAZ

Evlilik bir kurum olduğu için evlilikte iş bölümü de mevcut olduğunu görmekteyiz. Ve bu iş bölümü cinsiyete dayalı bir iktidar savaşı gütmektedir. F. Engels, ailede erkeğin burjuva kadının ise proleter olduğu analizi oldukça güçlü bir söylemdir. Aşkta güç,cinsiyet ve görev gibi formaliteler yoktur.Aşk görev tanımıyor, görev bir yük ve bir formalitedir. Aşk bir paylaşımdır. Seven kişi asla"diğerine karşı yükümlülüğümü yerime getirdim"diye düşünmez. Tam tersine, "aşkım kabul edildiği için ben yükümlülük altındayım. Beni onu geri çevirmeyerek,kabul ederek ona mecbur kıldı der." der Osho.

EVLİLİKTEKİ CİNSİYET VE İKTİDAR SAVAŞI

Aşk bedensel bir eylem olmadığı gönüller arası bir irtibat olduğu konusunda hemfikiriz. Lakin evlilik kurumunda cinsiyet olup bölünmeler yaşadığı ve bu cinsiyetler arasında iletişim ilişki olduğundan bir çatışma sözgelimi olmaktadır. Bütünlük olmadığı yani aşkın olmadığı durumlarda parçalanmalar vardır. Dualiter yani ikilik olan bu evlilik camiasında kadın ve erkek çatışması kaçınılmazdır. Hiç dikkat ettiniz mi evliliklerde mutlaka birinin sözü geçerli olur. Erkek olursa maço, kadın olursa dominant olur. Bu ilişkilerde aşk asla barınamaz. Çünkü tüm bu parçalanma ve otorite(iktidar savaşı) aşka aykırıdır. Evlilikte cinsiyete göre bu yapılanmalar neticesinde aşk bu hengamede kaybolur. Dolayısıyla aşka evliliğin bulaşması aşkı öldürmektedir.

Bu tür saptamalar arttırabilir herhalde. Yazımda evliliğin aşkı nasıl öldürdüğü söylemini aslında ne anlama geldiğini irdelemiş olduk. Aşk kavramının içini boşaltan,onu baltalayan düşünsel eylemleri tenkit ederek, aşk kavramının nasıl anlam kaybedip bir otoriteye dönüştüğünü gözler önüne sermiş olduk. Tüm bu nedenler aşkın panzehiri durumundadır. Zihin dünyasından dışarı çıkamayanlar, kişisel devrimini tamamlamayıp bütünlüğüne sahip olmayan yarım kalan insanlar, aşkla tanışsa bile aşkı öldürebiliyor. Aşkın en büyük düşmanı zihin denen o düşünce dünyasıdır.

Aşk adı altında birbirimizi sömürmemiz, göz yaşlarıyla aşk acısı yaşadığımız o cehennemsi duyguların hepsi aslında düşünce aracılığıyla sahiplenme, tapulama ve bencillik gibi egosal duygularımız aslında. Aşkı öldüren aslında bu bizim egosal düşüncelerimiz öldürüyor. Evlilikte bu egosal düşüncelerden oluşuyor. Yani aslında aşkı öldüren bizim kötülük dürtülerimiz.  Zaten bu egosal  duygularımız sadece aşkın değil tüm yaşamımızı baltalayan engeller değil midir? Aşkla kalın...


KAYNAKÇA;
● Ailenin,özel mülkiyetin ve devletin kökeni -- F.Engels
● Aşk,özgürlük ve tekbaşınalık - Osho

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sağcılık ve Solculuk nedir arasındaki farklar ve tarihsel kökeni..

Sahi siyasetteki "Sağcı" ve "Solcu" Kavramları Nerden Geliyor? Tarihsel kökeni nedir? Kendini, ‘Ben sağcıyım’ veya ‘solcuyum’ diye nitelendirilen arkadaşlar, şöyle bir toplanın bakalım. Sağcı kimdir, solcu kime denir, hep beraber öğrenelim; Sağcılık ve solculuk kavramlarının kökenini Fransız ihtilaline kadar geri götürebiliriz. Fransız ihtilalinin çalkantılı dönemlerinde 16.Laouis karışıklıkların daha fazla büyümemesi için halkı toplantıya çağırmıştı. Adı her ne kadar halk meclisi olsa toplantıda son söz ve veto hakkı kralın elindeydi. Halk ekmek derdindeyken,kral,soylular ve kilise varolan haklarını koruma ve daha fazlasını elde etme arzusundaydı. Bu mecliste kralın sağındakiler var olan düzeni savunurken,solundaysa halk destekçisi yenilikçiler vardı. Şöyle ki meşrutiyetçiler yani kralın yerinde kalmasını fakat bir meclisle yönetimi paylaşmasını savunanlar sağ tarafta oturuyorlardı. Muhafazakarlardı ve radikal değişim taraftarı değillerdi. Solda ...

Sevgi tüm kötülüklerin kaynağıdır.

B ugüne kadar hayatımıza çocukluktan itibaren tüm kavramsal etik değerleri hiç sorgulamadan, iç İnsanlık tarihi boyunca ihtiyaç duyduğumuz ve mukaddes bir duygu olan sevginin ne kadar elzem bir tutum olduğu inkar edilemez bir gerçekliktir öyle değil mi? Peki sevginin iyilikle ve kötülükle ilişkisi nedir? Sevgi iyi midir kötü müdür? Sevgi kötülüğe dönüşebilir mi? Ne yazık ki evet. Sevdiği bir kadını bir erkek neden öldürür? Para ve güç sevgisi nedeniyle neden zulümler revaçta? Çocuk sevgisiyle ebeveynlerin çocuklarına olan faşizmi hiç de azımsanmayacak değildir. O halde neden? Sevgi tüm insanlığı kapsayan bir durum değil midir? Ne yazık ki pek de kapsayıcı görünmüyor. Çünkü birine ya da birilerine yahut bir gruba, dine, ideolojiye sevgi beslediğiniz vakit onun karşıtı olan her şeyin karşısında olup hatta nefret edersiniz. Sevginin seçim olduğu her halükarda apaçık olup beraberinde karşıtını oluşturduğu ve bununla beraber, bölünmelere yol açtığını ifade edebilir miyiz? Marks’ın sözleri i...

Kuran'da namaz diye bir ritüel yoktur.

Bu yazımda çok hasas ve bir o kadar da birçok inançta var olan "namaz" ritüelinin Kuran'da yeri olup olmadığını açıklamaya çalışacağım. Bu yazının referansı yaşanılan din değil  sadece Allah'ın ayetleri esas alınacaktır. Çünkü öne sürmüş olduğum yargı namazın sadece Kuran'da olup olmadığı ile ilgilidir. Dini ritüel olan namazın kökeni ve tarihçesi nedir? Namaz sadece İslam'a mı özgüdür? Kuran' da namaz var mıdır? Kuran'da namaz mı geçiyor?.. Kalıplaşmış ve binlerce yıllık süregelen olguları değiştirmek ve de onun yanlış olduğunu beyan etmek oldukça güç görünüyor. Güce ve çoğunluğa tapan toplumlarda böyle bir teşebbüste bulunmak, bırak karamaları öldürülmeye kadar bile gider. Ama biz hakikat yolcuları ölümü bile göze alarak ve tırsmayarak doğru bildiğimiz yolda gitme cürettine sahibiz. Aksi takdirde bu günlere( gelişim ve teknolojiye) nasıl gelebilirdik?... Öncellikle Kuran'da namaz kavramı değil  salât geçmektedir. Lakin mealcilerin çoğu  sa...