Düşünme eyleminin çok değerli bir şey olduğunu tekrar hatırlatmak gerekiyor. (Amma asıl gerçek düşünme.)
Düşünüyor muyuz yoksa düşünmeleri mi düşünüyoruz?
Bilmem farkında mısınız ama insanların düşünme yetisi biraz da günümüzde kitaplar ile yok ediliyor. Düşünmüyoruz, düşünemiyoruz, düşünmemiz de zaten istenmiyor. Her şey düşünülmüş,tüm roller belli ve her şey olduğu gibi (keyfi) dizayn edilmiş. Dünyaya gelen her birey buna ayak uymak zorunda bırakılmıştır. Düşünme eylemi bile öğretilmiş ve bizim için her şey düşünülmüş vaziyette. Bizden bunlara riayet edilmek istenmekte ve kitapları da hegomonya aracı olarak kullanarak bizi düşünme ile gütmek istemektedirler. Bu yazımda bunun nasıl olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Modern" teknolojinin kapitalist düşüncelerle idare edilip yönetilmesiyle raflarda yerini alan bunca "kitap" ne yazık ki bazı insanların kendi kendine düşünerek (çaba-vakit harcayarak) varabileceği noktadan üstün görülüyor. Ki kapitalist sistemde bile okunması gereken kitaplar zorunlu ve gördüğün dersler de aynı şekilde sana empoze edilmiştir. Emperyal sistemle de okunacak kitaplar bile piyasada dayatılmış durumda. Aksi olanlar raflarda bile yasak durumda.
Düşünme eyleminin çok değerli bir şey olduğunu hatırlamak gerekiyor dedik. Çünkü aksi halde farkındalığımız başkasının dünyası ile şekillenecektir. Çünkü nasıl bir zihin nasıl bir kimlikle var olacağımıza otoritelerce ayar çekilmis durumda. Buna aile otoritesi de dahil.
Aile otoritesine söyle ufaktan değinmek isterim konuyla alakalı. Kişilik gelişimi 0-6 yaş arasında oluşuyor demektedirler psikoanalistler. Çocuk bu yaş aralığında aileyle yaşamakta ve aile bu çocuğa kendinde olan ve var olacak potansiyeli dayatmaktadır. Çocuğun dinine,diline,davranışlarına, ideolojisine ve üslübuna dair her şey aile otoritesi tarafından şekillenir. Üstelik bu otorite sahibi olanlar kendi arzuların nesnesi olarak görmektedir bu çocukları.
Daha çocuk doğmadan bile dinine, giyeceği elbiselere, ahlak yasalarına ve yapacağı mesleğine dair her şey aile otoritesi tarafından belirlenmiştir. Tabi tüm bu direktifler çocuğun düşünmesini şekillendiriyor. Çocuk değil proje yapıyorlar!
Çocuk ne zaman birey olur? Ötekinin arzu ve kalıpları sorgulayarak yani bunun ötesine geçerek, kendi varoluşunu yaparak birey olur. Bu nasıl olabilir?
Ve bu düşünmekten kastım nedir? Düşünmek var olan düşünmeleri zihinde yani bellekte sürdürme geleneği degildir. Düşünmek, düşünmeleri düşünmektir. Biz buna sorgulama diyoruz.
Zira aksi takdirde var olan düşünmeleri yani başkasının düşünme deneyimlerini belleğimizde barındırmak ve onları sürdürmek düşünme nakliyatından başka bir şey değildir.
Peki raflarda olan kitapları ve düşünmeleri okumayalım mı?
Elbette okuyalım. Zaten "bilinenden kurtulma" özgürlüğü anca bilinenleri, yanlışlanabilirlik ilkesiyle ve furkan anlayışıyla irdelemek erdemli bir tutum olacaktır. Ve okumak önemli bir iştir lâkin bu hususta ne kadar seçici olursak o kadar iyidir emin olun.
Düşünmekten kalan vakitte okumak daha iyidir diyebilirim - düşünenler için.
Ama gerçek mânâda düşünenler, tefekkür edenler için.
Durun ve derin bir nefes alın. Kendinize dürüst olma sözü verin. Bir şey soracağım. Zihninizde barındırdığınız düşünceleri bir gözlemleyin. Bu düşüncelerin kaçı gerçekten sizin? Açıkçası dürüst olmak gerekirse siz de tasvip ederseniz, zihnimizde ki düşüncelerin hemen hemen hepsi ithal. Bizler başkaların daha doğrusu otoritelerin -buna kitaplar da dahil- düşüncelerini yani bir başkasının deneyimlerini beynimizde taşımaktayız. Bu durumda biz kimiz? Eğer bir başkasının edinimleri benim zihnimdeyse -ki bu edinimler benliğimizi oluşturur- o zaman ben ben değilim, ben; başkalarıdır!
Çoğumuz ikinci el insanlar haline geldik. Okuyoruz, üniversiteye gidiyoruz, büyük oranda bilgi biriktiriyoruz. Bu bilgiler başka insanların düşündüklerinden ve söylediklerinden oluşuyor. Topladığımız bilgileri başkalarının söyledikleriyle kıyaslıyoruz. Orijinal hiçbir şey yok. Yalnızca tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz, tekrar ediyoruz. Ve biri bize, “düşünce nedir, düşünmek nedir?” diye sorduğunda yanıt veremiyoruz."
- Krishnamurti
Mevcut sistem bize ne yapıp ne yapmamamız gerektiğini söylediği için, düşünerek bir yere varmamıza gerek kalmıyor.
Eğitim müfredatı, iktisadî sistem, yönetim şekli ve hukuk düzeni bizler için düşünülmüştür. Her şey düşünülmüştür. Dönen bir çark var. Ve dikkat edin, bu düzen birilerinin çarka çomak sokmasını akıl erdirememesi ve düşünememesi üzerine kuruludur. Kültürel emperyalizm bunu çok iyi kamufle etmektedir.
Ve insanların çok büyük bir çoğunluğu işler yanlış ya da istenildiği gibi gitmediği zaman düşünürler. "Bu niye olmadı?.." sorusunu sorarlar...
İşler yolundayken de düşünenler ise, gerçek düşünürler; filozoflar, mütefekkirler, alimlerdir. Hayatlarının her anını düşünerek geçirirler...
" Bilgi terörü" diye kullandığım bir tabir var. Nedir bu bilgi terörü sizlere izah edeyim. Hayatımız boyunca sayısız bilgilere maruz kalmakta ve bilgiçler karşıdaki insanın veya insanların iradesini hiçe sayarak onlara bilgi dayatması yapmaktadırlar. Bilgiyi dayatmak ve her türlü dayatma faşizm değil midir? Benim bilgilerimi yap ve uygula; ben senin yerine düşündüm al hazır bilgi..
Bir insana iyilik yapmak istiyorsan ona balık verme nasıl balık tutulacağını öğret" diye bir atasözüyle bu bilgi terörünü size izah edeceğim.
Bu noktada size bilgi denen olgunun hiyerarşisiyle nasıl meydana geldiğini açıklamaya çalışacağım.
VERİ: Veriler, kendi başlarına ham halde durum bildiricilerdir. Sayısal veya sözel olabilen simgelerdir. Bir bağlamla (içerikle, temayla) ilişkilendirilip işlenmezlerse bir anlam taşımazlar.
ENFORMASYON: Enformasyon ise verinin anlamlı bir şekilde kullanılmasıdır. Örneğin her sayı bir veridir. "Bir kitap" ise anlam yüklenmiş veridir. Artık veri bir sıfat görevinde kullanılmıştır. Kısaca enformasyon için bir ya da daha fazla verinin anlamlı olarak bir araya getirilmesi tanımını yapabiliriz.
BİLGİ: Bilgi de bu noktada karşımıza çıkar. Enformasyonu anlama, kavrama, sentez ve analiz edebilme yeteneklerine sahip kişiler enformasyondan bilgiye ulaşmış kişilerdir.Bilgi veri ve enformasyonun üst düzeyinde karışık bir yapıdır.
Şimdi de bir örnekle anlamlandıralım.
Veri> Kırmızı
Enformasyon> Trafik lambası kırmızı ise durulur.
Bilgi > Durmalıyım.
Bilgi oluşum sürecini anlatıp üzerinde örnek vererek anlatmış bulundum. Şimdi sorunumuza geri dönelim.
Kimseye bilgi verilmemeli mi? Evet bilgi verilmemeli enformasyon verilmelidir. Balık örneğinde oldu gibi hazır balık(hazır bilgi) vermeyeceksin nasıl balık tutulacağını öğreteceksin. Bunu da bilgiyle değil işlenmemiş verilerle sadece göstereceksin. Çünkü bir insana hazır bilgi vermek o insana yapılmış hakarettir. Onun aklına yapılmış bir terbiyesizliktir. Bu sorun mallesef ailede ve en çok okulda yapılmaktadır. Öğretmenler öğrencilerine hazır bilgi vererek öğrencilere robot muamelesi yapmaktadırlar. Eğitim sistemleri enformasyona yönelik olmalıdır bilgiye yönelik değil. Enformasyona yönelik olursa insanlar güdülen değil kendisi enformasyon kullanarak yeni bilgiler açığa çıkartmakla birlikte kendisi de bilginin farkında olacaktır. Nitekim insanların çoğu bildiği şeylerin aslında bilmediği ona empoze edilmiş ezberlerden olduğu aşikardir.
Bu konuyla Sokrates'den bir sözü sizinle paylaşıp yazıyı bitirmek istiyorum.
Sokrates; öğretmenlere:
Öğrencilerinize bir şey öğretmeyin, onları düşünmelerini sağlayın.
Çünkü onlar düşünmeye başlarsa zaten kendi çabalarıyla öğrenir,
Ve çaba sonucu öğrenilen bilgi, en kalıcı bilgi olur ve silinmez.
Konumuza geri dönecek olursak, düşünme gibi üstün bir eylemle bizim yerimize düşünen(!) ve bunu kitaplarla bize lanse eden düşünme yeteneğimizi körelten bu ver yansın çağda uyanabilecek misiniz?
Bu yalan ve korku üzerine kurulu medeniyetimiz bir "oyunlaştırılmış toplum" üzerine bina edilmiş durumdadır. Medeniyet bir matrix gibi tüm sınırlar çizilmiş, her şey dizayn edilmiş ve biz daha doğmadan ne olacağımıza neler yapacağımıza dair her şey belirlenmiş bir proje doğum olarak gelmekteyiz. Her şey düşünülmüş ve bizim ne düşünecegimize bile gerekli doneler sağlanmış vaziyette.
Bir bilge diyor ki: ''Bizler bazı şeyleri anlamamak üzere yetiştirildik. Bizim aldığımız tahsil, bazı şeyleri anlamamamız için.'' diye.
Düzene çomak sokmamak için insanlara hatırı sayılır bir maaş öderler ya da düzene çomak sokmak istersin "deli" damgası yersin.
Uzun lafın kısası, "düşünmez misiniz, akletmez misiniz..." ayetlerini hafife aldığımızı düşünüyorum. Oysa, unuttuğumuz en önemli şeylerden biridir düşünmek.
Toplumun zihni günümüzde global, saygın bir fahişe hâline geldi. Düşünen adamların azalmasının sebeplerinden biri de budur.
Şunu da belirtmek mecburiyetindeyim; bizler (hepimiz, günümüzün insanı) henüz okumayı terk edecek seviyede de değiliz maalesef. Son olarak da şunu söyleyeyim; henüz vakit varken boş-vermeyin. Aldırmamazlık etmeyin, aldırın.
"Çok fazla-yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin, eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder, tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi..."
"Birçok eğitimli insanın durumu bundan farklı değildir: Okumak onları ahmaklaştırır. Çünkü her boş vakitte okumak ve sürekli olarak sadece okumak zihni, mütemadiyen elle çalışmaktan daha fazla felç edici bir etkiye sahiptir..."
"Zira bu ikinci durumda uğraş kişiye kendi düşüncelerini takip edebilme imkanı sunar. Nasıl ki yabancı bir cismin ağırlığı üzerinden hiç eksik olmayan bir çelik yay sonunda esnekliğini kaybeder; başka bir kimsenin düşünceleri sürekli olarak üzerinde bir baskı yahut..."
"tazyik unsuru olarak varlığını koruyan bir zihin de körelir, keskinliğini kaybeder. Sürekli yiyerek bir kimse midesini bozar ve böylelikle bütün bedenine zarar verirse, zihin de düşünce malzemesiyle lüzumundan fazla beslenerek boğulabilir.
A. Schopenhauer
Yorumlar
Yorum Gönder