Ana içeriğe atla

ÜNLEM TOPLUMU

 Ünlem Toplumu

Özellikle son yıllarda sokakta yürürken bir reklam panosunda, haber sitelerine göz atarken ya da sosyal medyada gezerken dikkat ettiyseniz, ünlem işaretinin her yerde karşımıza çıktığını fark etmişsinizdir. Sosyal medya platformlarında, siyasi tartışmalarda ve hatta günlük konuşmalarda bile ünlem işaretinin abartılı ve yaygın kullanımı, aslında modern toplumun kesinlik, iddia ve mutlak yargılara ne kadar takıntılı hale geldiğini gösteriyor. Öyle ki, neredeyse her cümle bir ünlemle bitiyor. Bu sadece bir rastlantı değil; tam tersine, toplumun iletişim şeklinin ne yönde değiştiğini gösteren bir olgu. Ünlem işareti artık yalnızca bir noktalamadan ibaret değil; onaylamanın, dayatmanın ve bazen gözdağı vermenin en etkili aracı haline geldi. Peki, bu durum gerçekten sağlıklı bir iletişimin mi habercisi, yoksa bizi düşünmeden kabul etmeye zorlayan bir yapı mı oluşturuyor? Bu yazıda, ünlem işaretinin toplumdaki rolüne psikanalitik ve felsefi bir bakış açısıyla yaklaşacağız.

Psikanaliz açısından bakıldığında, ünlem işaretinin yaygın kullanımı, bastırılmış endişelerin ve derin güvensizliklerin bir ifadesi olabilir. Freud'a göre, bireyler genellikle kendilerini savunmak için çeşitli mekanizmalar geliştirirler ve bu mekanizmaların bir kısmı, dış dünyaya kesinlik ve güvence sinyalleri verme eğilimindedir. Ayrıca ünlem işaretinin bu kadar yaygın kullanılmasını bilinçaltı bir ihtiyaç olarak yorumlar. Freud’un teorilerine göre, bireyler güvensizlik, öfke ya da bastırılmış duygularını dışa vurmak istediklerinde, daha keskin ve belirgin işaretler kullanmaya eğilimlidirler (Freud, 2015, s. 34). Bu bağlamda günümüz sosyal medya ortamında, bir politikacının ya da ünlünün ısrarla ünlem işareti kullanarak takipçilerine hitap etmesi, aslında kendine duyulan güven eksikliğinin bir dışavurumu olabilir. . Her cümlenin sonunda bir ünlem yerleştirmenin, aslında sürekli bir onaylanma ve kabul edilme isteğiyle ilgili olduğunu psikanalitik açıdan yorumlayabiliriz. Jacques Lacan, dilin bir insanın bilinçdışı arzularını açığa vurduğunu öne sürmüştür. Bu bağlamda, ünlem işaretlerinin yoğun kullanımı, bireyin sürekli olarak kendini duymak ve doğrulamak istemesi anlamına gelebilir (Lacan, 2016, s. 45). Aynı zamanda ünlem işareti, bu bastırılmış öfkenin veya tatminsizliğin bir dışavurumu olarak görülebilir. Jacques Lacan’ın dil teorisine göre ise, dil sadece bir iletişim aracı değildir, aynı zamanda bireyin bilinçdışı arzularını ifade etme biçimidir. Lacan’ın “Büyük Öteki” kavramını burada düşünmek yerinde olur; birey, toplumsal düzende yerini bulabilmek için sürekli olarak bu Büyük Öteki’ye (toplum, medya, otorite) hitap eder. Ünlem işaretleri, bireyin kendi düşüncesini onaylatma ve meşrulaştırma ihtiyacını sembolize eder (Lacan, 2016, s. 84).

Dil felsefesi açısından da ünlem işaretinin bu denli yaygın kullanılması önemli bir soruna işaret eder. Ludwig Wittgenstein, dilin dünyayı nasıl şekillendirdiğine dikkat çeker ve dilin sınırlarının, düşüncenin sınırlarını belirlediğini savunur (Wittgenstein, 2001, s. 43). Ünlem işaretleri, dilde bir sınırlama yaratır. Çünkü ünlem, bir kesinlik belirtir ve diyaloga kapalıdır. Ünlem işaretinin sıklıkla kullanılması, dilin sorgulayıcı ve açık uçlu yapısını yok eder. Oysa soru işaretleri, Wittgenstein’ın ifade ettiği gibi, dilin genişlemesine ve düşüncenin derinleşmesine olanak tanır. Bir ünlem toplumu, sürekli kesinlik ve dogma üretirken, soru işaretlerinin olduğu bir toplum daha çok sorgulama ve öğrenmeye açıktır.

Bir diğer yorumla John Searle'ün konuşma edimleri teorisine göre, bir emir ya da talimat verme amacına hizmet eden dilsel bir araç olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda o, dilin toplumsal gerçekliği nasıl inşa ettiğini tartışırken, dilin manipülasyon gücüne de dikkat çeker. Searle'e göre, dil, sadece anlam ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda eylemde bulunur (Searle, 2008, s.45). Ancak bu tür dil kullanımı, karşılıklı diyaloğa dayalı iletişimde bir soruna neden olabilir. Ünlem işaretleri, karşı tarafın katılımını gerektirmeyen bir kesinlik ve kapalı bir anlam yaratır. Dolayısıyla, ünlem toplumu diyaloğa ve anlamlı tartışmaya kapalı bir ortam yaratmaktadır.

Siyaset dünyasında ünlem işaretinin sıkça kullanılması, özellikle popülist politikacılar arasında yaygındır. Donald Trump’ın sosyal medya paylaşımlarında ünlem işaretlerini yoğun bir şekilde kullanması, onun politik söylemlerini kesinlik ve otorite üzerinden kurduğunu gösterir. Trump’ın attığı tweetlerin %60’ında ünlem işareti kullandığı tespit edilmiştir; bu, onun konuşmalarında bir tür dayatma ve kesinlik arayışını gösterir (Trump, 2020, s. 124). Lacan’ın dili bir “gösterenler zinciri” olarak yorumlaması, burada dikkat çekici hale gelir. Ünlem işareti, bu zincirin son halkasıdır; bir diyalog ya da karşılaştırma yerine, mutlak bir doğruluğu dayatır.

Bu dayatmacı dilin, bireyler arası iletişimde de yansımasını görüyoruz. Günlük hayatta veya sosyal medyada sıkça karşılaşılan “Böyle işte, bu kadar!” gibi cümleler, diyalogun sonunu işaret eder. Oysa Jürgen Habermas, gerçek iletişimin ancak karşılıklı anlayış ve diyalog üzerinden kurulabileceğini savunur (Habermas, 2001, s. 95). Ünlem işareti ise tam tersine, diyalogun kapılarını kapatır ve tek taraflı bir söyleme dönüşür. Günümüzde sosyal medyada siyasetçiler ve ünlüler tarafından sıkça kullanılan bu dil, toplumda diyalog ve tartışmanın yerini kesin inançlara ve mutlak doğrulara bırakmaktadır.

Günümüz toplumunda, ünlemlerin hakimiyeti diyalog kültürünü tehdit etmektedir. Sosyal medyada ya da siyasi arenada politikacıların ünlem işareti ile keskin ve mutlak bir tavır sergileyerek, dinleyicilerini karşılık veremeyecek duruma getirirler. Bu da halkın düşünsel katılımını engeller, çünkü diyalogun yerini basit iddialar alır. İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini de, toplumun bu tür "alkışlamalara" dayalı bir kültürde sorgulamanın ve eleştirinin öldüğünü savunur (Pasolini, 2014, s.67). Toplum olarak, kesinliklere saplanıp kaldığımızda, soru sormayı ve sorgulamayı unuturuz. Halbuki, soru sormak, karşılaştırma yapmak ve farklı bakış açılarını anlamaya çalışmak, entelektüel gelişim için esastır.

Felsefi bir açıdan baktığımızda ise Nietzsche’nin kesinlik arayışı üzerine söyledikleri oldukça anlamlıdır. Nietzsche, insanın kesin doğrulara sarılma ihtiyacını, zayıflık olarak değerlendirir (Nietzsche, 2023, s. 18). Ona göre, birey belirsizlikle başa çıkmak yerine, mutlak doğrulara sığınır. Bu durum, bireyin düşünsel gelişimini engeller. Ünlem toplumu da tam olarak bunu yapmaktadır: Bireyler kesin doğruların peşinden giderek, eleştirel düşünme yetilerini kaybederler. Oysa sorgulama ve karşılaştırma olmadan, düşünsel bir gelişim mümkün değildir.

Toplumun genelinde bu durumun etkileri oldukça derindir. Özellikle eğitim alanında, çocuklara yalnızca kesin doğruların öğretilmesi, onların eleştirel düşünme becerilerinin gelişimini engeller. Eğitimci Paulo Freire, eğitimde eleştirel düşünmenin önemini vurgular ve bireylerin sorgulama yetilerini kaybetmeden büyümeleri gerektiğini savunur (Freire, 2024,s. 32). Ancak ünlem toplumu, kesin doğrulara dayalı bir eğitim sistemi yaratarak, çocukları soru sormaktan ve düşünmekten uzaklaştırmaktadır.

Sonuç olarak, ünlem işaretlerinin toplumda bu denli yaygın kullanılması, bireyler arası iletişimi zayıflatırken, diyalog ve sorgulamanın yerini kesinlik ve dayatmalara bırakmaktadır. Psikanaliz ve dil felsefesi açısından bakıldığında, bu durum, bireylerin kendi güvensizliklerini dışa vurma biçimi olarak görülebilir ve toplumun diyalog kültürünü zayıflatan bir etkendir. Eğer sağlıklı bir iletişim ortamı yaratmak istiyorsak, ünlem işaretinin egemenliğini kırarak daha fazla soru sormayı ve anlamlı tartışmaları teşvik etmeliyiz. Çünkü gerçek iletişim, ünlemlerle değil, sorular ve diyaloglarla ilerler.


Kaynakça

Freud, S. (2015). Ben ve id (C. Ersöz, Çev.). Payel Yayınları.

Habermas, J. (2001). İletişimsel eylem kuramı 1: Akılcılaştırma ve toplumsal rasyonalite (S. Akınhay, Çev.). Kırmızı Yayınları.

Freire, P. (2024). Ezilenlerin Pedagojisi (D. Hattatoğlu ve E. Özbek, Çev.). Kitap Yurdu Yayınları.

Lacan, J. (2016). Yazılar (B. Çorakçı, Çev.). Metis Yayınları.

Nietzsche, F. (2023). İyinin ve Kötünün Ötesinde. (A İnam, Çev.). Kitap Yurdu Yayınları.

Pasolini, P. P. (2014). Alkış toplumu (M. Şener, Çev.). Versus Yayınları. 

Searle, J. R. (2008). Konuşma edimleri: Bir dil felsefesi denemesi (V. H. Derlen, Çev.). Epos Yayınları.

Trump, D. (2020). Tweetler ve Politika: 2016-2020 Arası Sosyal Medya Analizleri.

Wittgenstein, L. (2001). Felsefi soruşturmalar (M. Rorty, Çev.). YKY.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sağcılık ve Solculuk nedir arasındaki farklar ve tarihsel kökeni..

Sahi siyasetteki "Sağcı" ve "Solcu" Kavramları Nerden Geliyor? Tarihsel kökeni nedir? Kendini, ‘Ben sağcıyım’ veya ‘solcuyum’ diye nitelendirilen arkadaşlar, şöyle bir toplanın bakalım. Sağcı kimdir, solcu kime denir, hep beraber öğrenelim; Sağcılık ve solculuk kavramlarının kökenini Fransız ihtilaline kadar geri götürebiliriz. Fransız ihtilalinin çalkantılı dönemlerinde 16.Laouis karışıklıkların daha fazla büyümemesi için halkı toplantıya çağırmıştı. Adı her ne kadar halk meclisi olsa toplantıda son söz ve veto hakkı kralın elindeydi. Halk ekmek derdindeyken,kral,soylular ve kilise varolan haklarını koruma ve daha fazlasını elde etme arzusundaydı. Bu mecliste kralın sağındakiler var olan düzeni savunurken,solundaysa halk destekçisi yenilikçiler vardı. Şöyle ki meşrutiyetçiler yani kralın yerinde kalmasını fakat bir meclisle yönetimi paylaşmasını savunanlar sağ tarafta oturuyorlardı. Muhafazakarlardı ve radikal değişim taraftarı değillerdi. Solda ...

Sevgi tüm kötülüklerin kaynağıdır.

B ugüne kadar hayatımıza çocukluktan itibaren tüm kavramsal etik değerleri hiç sorgulamadan, iç İnsanlık tarihi boyunca ihtiyaç duyduğumuz ve mukaddes bir duygu olan sevginin ne kadar elzem bir tutum olduğu inkar edilemez bir gerçekliktir öyle değil mi? Peki sevginin iyilikle ve kötülükle ilişkisi nedir? Sevgi iyi midir kötü müdür? Sevgi kötülüğe dönüşebilir mi? Ne yazık ki evet. Sevdiği bir kadını bir erkek neden öldürür? Para ve güç sevgisi nedeniyle neden zulümler revaçta? Çocuk sevgisiyle ebeveynlerin çocuklarına olan faşizmi hiç de azımsanmayacak değildir. O halde neden? Sevgi tüm insanlığı kapsayan bir durum değil midir? Ne yazık ki pek de kapsayıcı görünmüyor. Çünkü birine ya da birilerine yahut bir gruba, dine, ideolojiye sevgi beslediğiniz vakit onun karşıtı olan her şeyin karşısında olup hatta nefret edersiniz. Sevginin seçim olduğu her halükarda apaçık olup beraberinde karşıtını oluşturduğu ve bununla beraber, bölünmelere yol açtığını ifade edebilir miyiz? Marks’ın sözleri i...

Kuran'da namaz diye bir ritüel yoktur.

Bu yazımda çok hasas ve bir o kadar da birçok inançta var olan "namaz" ritüelinin Kuran'da yeri olup olmadığını açıklamaya çalışacağım. Bu yazının referansı yaşanılan din değil  sadece Allah'ın ayetleri esas alınacaktır. Çünkü öne sürmüş olduğum yargı namazın sadece Kuran'da olup olmadığı ile ilgilidir. Dini ritüel olan namazın kökeni ve tarihçesi nedir? Namaz sadece İslam'a mı özgüdür? Kuran' da namaz var mıdır? Kuran'da namaz mı geçiyor?.. Kalıplaşmış ve binlerce yıllık süregelen olguları değiştirmek ve de onun yanlış olduğunu beyan etmek oldukça güç görünüyor. Güce ve çoğunluğa tapan toplumlarda böyle bir teşebbüste bulunmak, bırak karamaları öldürülmeye kadar bile gider. Ama biz hakikat yolcuları ölümü bile göze alarak ve tırsmayarak doğru bildiğimiz yolda gitme cürettine sahibiz. Aksi takdirde bu günlere( gelişim ve teknolojiye) nasıl gelebilirdik?... Öncellikle Kuran'da namaz kavramı değil  salât geçmektedir. Lakin mealcilerin çoğu  sa...