Ana içeriğe atla

“Özgür irade yoktur, özgür irade bir illüzyondan ibarettir.”

“Özgür irade yoktur, özgür irade bir illüzyondan ibarettir.”

Özgür irade gerçekten bir yanılsama mıdır? İnsanlar aslında kendi kararlarını veremeyen, kendi tercihlerini yapamayan otomatik makineler midir? İnanmak veya inanmamak gibi tercihlerimizin bir anlamı yok mudur? Yoksa bizler kendini bilinçli zanneden organik robotlar mıyız?
Yani özgür irademiz olduğunu hissedebiliriz, ancak bu, sahiden de özgür irademiz olduğu anlamına gelmez.

Şuna bir göz atalım:

-        İnsan doğar

-        Biyolojik varlığı verilidir (yani kendisi seçmez)

-        Çevreyle etkileşir

-        Biyolojik varlığı değişir

-        Değişen biyolojik varlığıyla çevrede değişim oluşturur

-        Bu böyle devam eder

  Yani, burada kişinin özgür iradesiyle seçmiş olduğu bir hal, durum, davranış söz konusu değildir. En azından bugünkü bilgimize göre bu böyledir. Yarın fizik, kimya ve biyolojide olacak keşiflerle farklı bir tablo belki ortaya çıkar, ancak şu anda özgür iradenin varlığı bilimsel olarak desteklenmemektedir.
Her durumda unutmayalım. Beyinde 100 milyar kadar nöron ve bunun on katı kadar glia var. ‘Ne zaman uygun bir haberci molekül yani nörotransmitter reseptöre bağlanırsa, nöronu ateşler (onu daha aktif yapar) veya ketler (kapasitesini aşağı çeker) ... Eğer nörona gelen uyarıcı uyaranlar ketleyeci uyaranlardan fazlaysa, nöronda aksiyon potansiyeli oluşur. Aksiyon potansiyelleri ‘ya hep ya hiç’ ilkesiyle oluşur; ya ateşleme gerçekleşir ya da gerçekleşmez.’ (6). ‘Her nöron binlerce başka nöron ile, onlar da yine binlercesiyle bağlantılıdır ... bütün nöronlar, birbirini uyaran ya da baskılayan kimyasallar salmaktadırlar.’ (7)

‘Demek ki kim olduğumuzu belirleyen, aslında nöronlarınızın an be an çevirdikleri işlerdir’. Soru ise şudur: ‘Nasıl oluyor da beyin maddesi, bir şeylere anlam yüklememizi sağlayabiliyor?’. Yanıt henüz bulunamamıştır, ancak bilinen şudur: ‘bir şeyin sizin için anlamı bütünüyle, yaşam deneyimlerinizin tarihi üzerine kurulmuş olan beyinsel ilişkiler ağıyla ilgilidir’



Özgür irade vardır!

En azından sağduyumuz bize böyle söylüyor: Birimiz kereviz sever, birimiz havuç sever… Herkes aynı kadınlardan veya aynı erkeklerden hoşlanmaz. Dini, siyasi görüşlerimiz farklıdır. İlgi alanlarımız, anne-babalarımız, giyim zevkimiz, moda anlayışımız…

  Felsefe açısından sorarsak:

İnsan iradesi dediğimiz şey, örneğin kırmızı rengi veya bir kadını sevmek ya da “sevmemek”; kuantum fiziğine göre maddeyi oluşturan parçacıkların fiziksel etkileşiminin rastlantısal ve istatistiksel bir sonucu mudur? İrade sadece bu mudur? Bir yanılgı mıdır?





Gerçekten de sağduyulu bir insanın ilk tepkisi şu olurdu:

Özgür iradesi olmayan bir insan kendi seçimlerini yapamaz. Özgür iradesi olmayan bir insanın kendine ait bir fikri de olamaz… Ve Tanrı’ya inanmak veya inanmamak gibi bir fikir beyan edemez. İradesi olmayan bir insan, ben varım ve benim adım Kozan bile diyemez!

Peki gerçekten öyle mi? Bu sorular çok derin sorular ve bunların cevabını tam olarak kimse bilmiyor ama yeni bilimsel gelişmeler ışığında, hem felsefi açıdan hem de bilimsel açıdan, özgür irade konusunda bazı somut şeyler söyleyebiliriz.



Örneğin…

 Yale Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı, 20 yıl önce ortaya atılan bir hipotezi incelerken çok ilginç bir sonuçla karşılaştı. İnsanın karar alma mekanizması değerlendirilirken, bir eylem gerçekleşmeden saniyeler önce verilen kararın aslında bilinç tarafından verilmediği fakat bilinçaltı tarafından öylemiş gibi sunulduğuna dair kanıtlar elde edildi.

Araştırma grubundan Adam Bear, Scientific American dergisine yazdığı yazıda, “Bir seçim deneyimlediğimiz anda muhtemelen zihnimiz anın geçmişini yeniden yazıyor ve bizi, o seçimi kendimizin yaptığına inandırıyor. Aslında bu seçim, meydana getirdiği sonuçlar bilinçaltı tarafından algılandıktan sonra gerçekleşmiş oluyor” yorumunu yapıyor. Bir başka deyişle bilinçaltı, gerçekleşen durumu zihinden önce algılayıp zihne bunun kendi kararı sonucu gerçekleştiğini düşündürüyor.

Bilim insanları bu sonuca varmalarını sağlayan araştırmada insanların belirli eylemlerden önce ne sıklıkta gerçekten bir karar aldıklarını test ettiler. Deneylerden birinde, 25 öğrenciden ekranda rastgele yer alan beyaz dairelere bakmaları istendi. Dairelerden birinin az sonra kırmızıya dönüşeceği söylendi ve hangisi olacağını içlerinden tahmin etmeleri söylendi. Öğrencilerin her seferinde yalnızca doğru bilip bilmediklerini söylemesi gerekiyordu. Doğru bildilerse “evet”, yanlış bildilerse “hayır” diyeceklerdi. Karar verecek vakit bulamazlarsa da “Vakit yetmedi” diyeceklerdi. Çalışmayı defalarca tekrarladılar ve istatistiklere göre ortalama yüzde 20 oranında “evet” demeleri gerekiyordu.
Araştırmacılar sonuçları incelerken farklı bir bulguyla karşılaştılar. Dairelerin özellikle daha hızlı biçimde kırmızıya döndüğü seferlerde, öğrencilerin “evet” deme oranı artıyor, yüzde 30’ların üzerine çıkıyordu. Aslında karar vermelerine vakit bile kalmamışken, daha doğru biliyorlardı. İşin aslı, renk hızla değiştiğinde denekler aslında bir seçim yapmıyor fakat beyinleri, düşüncelerinden daha hızlı çalışarak onları doğru seçim yaptıkları konusunda yanıltıyordu. İlginç olan, daha uzun zaman verildiğinde “evet” oranının düşmesiydi. Buradan öğrencilerin “evet” deme arzusunda olmadıkları ya da kimseyi kandırmadıkları anlaşıldı.
Beyin böyle bir oyunu neden oynuyor olabilir? Doğru kararlar vermek, her şeyin kontrol altında olduğunu hissetmemizi sağlar. Dolayısıyla beynimizin bu oyunu hayatımıza daha fazla hakim olduğumuza inanmamız için oynadığı başlıca savlar arasında. Yani akıl sağlığını korumak için geliştirdiği bir mekanizma.
irademizin ne kadar bize ait olduğu, çok ciddi bir soru: Eğer aklı selim, yaşadıklarından ders çıkaran insanlarsak, kaderciliğe sığınmak yerine çoğunlukla hayat boyu kendi tercihlerimizin sonuçlarına katlandığımızı düşünürüz. Acaba tam tersi de gerçekleşiyor mu? Sonuçlarına katlanmak durumunda kaldığımız olayların kendi tercihimiz olduğuna inanıyor olabilir miyiz? Kulağa hiç de yabancı gelmiyor değil mi? İşte tam da bu, beynimizin bize oynadığı oyunlardan biri olabilir. İstemediğimiz şeye katlanmayı normalleştiren bir savunma mekanizması belki de.
Eğer böyle bir ihtimal varsa, öncelikle farkındalığımızı artırmalıyız. Sonucuna katlandığımız durum, sahiden de zannettiğimiz gibi kendi kararlarımızın bir sonucu mu? Olayın gerçekleşmesinde ne kadar payımız var? Sonucu ne derece sahiplenmeliyiz? Bu düşünce akışı, başımıza gelen şeyin gidişatını değiştirme konusundaki motivasyonumuzu baştan sona etkileyebilir. Belki de katlanmamamız gereken bir durumda, kendimizi sorumlu hissederek gereksiz yere boyun eğiyor ve eylemsiz kalıyoruzdur. Bir başka deyişle kendi haksızlığımızı kendimiz yaratıyor olabiliriz.
Bu araştırmayla fark edilen şey, beynimizin yarattığı nice illüzyondan yalnızca biri. Mükemmel organımız her gün bedenimize irademiz dışında yüzlerce şey yaptırıyor. Ne zaman uyumamız, ne zaman karnımızı doyurmamız gerektiğini o bize hatırlatıyor, fark etmediğimiz tehlikelerden bizi bir anda kurtarabiliyor. Tek istediği, bedenimizi hayatta tutmak... İşte tam bu noktada, tıpkı karar alırken yaptığı hileler gibi, sırf fiziki dünyada hayata tutunmak uğruna ruhumuza ve kalbimize ters düşen eylemler de tasarlıyor olabilir.
Bu ikilem, benliğimizin anlamını keşfe başlamak için en iyi yerlerden biri. İçimizde bizden ayrı bir “ben” daha olduğunu keşfettikçe, gerçekliğin madde ve algı dünyasıyla, illüzyonlarla sınırlı olamayacağına dair düşüncelerimiz berraklaşıyor. Tıpkı Yunus Emre’nin yüzyıllar önce söylediği gibi: “Beni bende deme bende değilim / Bir ben vardır bende benden içeri.” 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sağcılık ve Solculuk nedir arasındaki farklar ve tarihsel kökeni..

Sahi siyasetteki "Sağcı" ve "Solcu" Kavramları Nerden Geliyor? Tarihsel kökeni nedir? Kendini, ‘Ben sağcıyım’ veya ‘solcuyum’ diye nitelendirilen arkadaşlar, şöyle bir toplanın bakalım. Sağcı kimdir, solcu kime denir, hep beraber öğrenelim; Sağcılık ve solculuk kavramlarının kökenini Fransız ihtilaline kadar geri götürebiliriz. Fransız ihtilalinin çalkantılı dönemlerinde 16.Laouis karışıklıkların daha fazla büyümemesi için halkı toplantıya çağırmıştı. Adı her ne kadar halk meclisi olsa toplantıda son söz ve veto hakkı kralın elindeydi. Halk ekmek derdindeyken,kral,soylular ve kilise varolan haklarını koruma ve daha fazlasını elde etme arzusundaydı. Bu mecliste kralın sağındakiler var olan düzeni savunurken,solundaysa halk destekçisi yenilikçiler vardı. Şöyle ki meşrutiyetçiler yani kralın yerinde kalmasını fakat bir meclisle yönetimi paylaşmasını savunanlar sağ tarafta oturuyorlardı. Muhafazakarlardı ve radikal değişim taraftarı değillerdi. Solda ...

Sevgi tüm kötülüklerin kaynağıdır.

B ugüne kadar hayatımıza çocukluktan itibaren tüm kavramsal etik değerleri hiç sorgulamadan, iç İnsanlık tarihi boyunca ihtiyaç duyduğumuz ve mukaddes bir duygu olan sevginin ne kadar elzem bir tutum olduğu inkar edilemez bir gerçekliktir öyle değil mi? Peki sevginin iyilikle ve kötülükle ilişkisi nedir? Sevgi iyi midir kötü müdür? Sevgi kötülüğe dönüşebilir mi? Ne yazık ki evet. Sevdiği bir kadını bir erkek neden öldürür? Para ve güç sevgisi nedeniyle neden zulümler revaçta? Çocuk sevgisiyle ebeveynlerin çocuklarına olan faşizmi hiç de azımsanmayacak değildir. O halde neden? Sevgi tüm insanlığı kapsayan bir durum değil midir? Ne yazık ki pek de kapsayıcı görünmüyor. Çünkü birine ya da birilerine yahut bir gruba, dine, ideolojiye sevgi beslediğiniz vakit onun karşıtı olan her şeyin karşısında olup hatta nefret edersiniz. Sevginin seçim olduğu her halükarda apaçık olup beraberinde karşıtını oluşturduğu ve bununla beraber, bölünmelere yol açtığını ifade edebilir miyiz? Marks’ın sözleri i...

Kuran'da namaz diye bir ritüel yoktur.

Bu yazımda çok hasas ve bir o kadar da birçok inançta var olan "namaz" ritüelinin Kuran'da yeri olup olmadığını açıklamaya çalışacağım. Bu yazının referansı yaşanılan din değil  sadece Allah'ın ayetleri esas alınacaktır. Çünkü öne sürmüş olduğum yargı namazın sadece Kuran'da olup olmadığı ile ilgilidir. Dini ritüel olan namazın kökeni ve tarihçesi nedir? Namaz sadece İslam'a mı özgüdür? Kuran' da namaz var mıdır? Kuran'da namaz mı geçiyor?.. Kalıplaşmış ve binlerce yıllık süregelen olguları değiştirmek ve de onun yanlış olduğunu beyan etmek oldukça güç görünüyor. Güce ve çoğunluğa tapan toplumlarda böyle bir teşebbüste bulunmak, bırak karamaları öldürülmeye kadar bile gider. Ama biz hakikat yolcuları ölümü bile göze alarak ve tırsmayarak doğru bildiğimiz yolda gitme cürettine sahibiz. Aksi takdirde bu günlere( gelişim ve teknolojiye) nasıl gelebilirdik?... Öncellikle Kuran'da namaz kavramı değil  salât geçmektedir. Lakin mealcilerin çoğu  sa...