Daha önce her şeyin tesadüften ibaret olduğunu iddia eden saygı değer ateistlerin ve zamanla yeni ateistlerin artık "tesadüf" kelimesine alerjisi olduklarını görmekteyiz. Her ne kadar eski ateistlerin çokça kullanmış olduğu bir kavram olsa da; "tesadüf" ve "rastgele" gibi kelimeler o kadar kirlendi ki artık, yeni ateistlerin önemli bir kısmı bu kavramdan uzaklaşmaya çalışmaktadır. "Evrendeki olayların tesadüfen olduğunu iddia etmediklerini" söylüyorlar. Güzel bir gelişme ama bakın bu kez kafayı nereye vuruyorlar.
- "Mutasyonlar gibi çeşitlilik mekanizmalarındaki rastgelelik başıboş bir rastgelelik değildir. Evren içerisindeki her bir olay gibi doğa yasaları tarafından belirlenmekte ve yönetilmektedir." (Evrim ağacı sitesinden alıntılanmıştır.)
"Sürecin öyle başıboş bir rastlantı olmadığı ve olayın evrende her bir diğer olay gibi doğa yasaları tarafından yönetildiğini" iddia ediyorlar.
Yine başta Hawking olmak üzere birçok bilim insanından benzer bu tür beyanlar duyabilirsiniz. Çok genel bir yanılgıyı ve trajikomik bir hadiseyi konuşuyor olacağız.
Şimdi bugüne kadar bilimsel yöntemlerimiz işlerin ve olayların failini hep bir önceki sebebi gösterdiğini (nedensellik) bize senelerce empoze ettiler. Ki gerek natüralizmin gerekse pozitivizmin inanç esaslarından birisi de buydu.
-"Doğadaki olayların doğa yasaları tarafından yönetildiğine inanmak, bir topu havaya attığımızda belli bir noktaya kadar geri düşmesi tesadüf ve rastgelelik midir? Hayır, bir doğa yasası tarafından kütle çekim kuvveti tarafından yönetilen bir süreçtir."
Bu şuna benziyor; "Mert topu attı" cümlesinin yazılması tesadüf veya rastgelelik midir? Hayır, türkçe dili kuralları tarafından yönetilen bir süreçtir.
Bakınız, konu çok basit. Bize belli ideolojilerin kuralları dayatılmasa konu çok basit. Siz böyle bir cümleyi gördüğünüz zaman onun yazarını tanımaya başlarsınız. Mesela bu cümlenin (Mert topu attı) sahibinin, Türkçe bildiği sonucunu çıkarırsınız öyle değil mi? Neden? Çünkü türkçe dil kuralları uygulanmıştır. Bu çok basittir. Ve yazan yazdığı şeyin dışındadır, yazdığı şey cinsinden değildir. Herkes bunları çok kolay kavrar ama, "kağıdının dışına çıkma, her şeyi kâğıdın iki boyutunda açıklayabilirsin. Kâğıdın dışı bilimsel değildir" gibi natüralist kuralların küçüklükten dayatıldığı bizler, hep öyle düşünmeye itildik.
Peki biz doğa yasalarını inkar mı ediyoruz? Hayır. Söylediğimiz şey çok basitçe şu "Mert topu attı." cümlesinin yazılması olayıyla, havaya atılan bir topu yere düşmesinin şu yönden bir farkı yok: Her ikisi de belli kuralların uygulandığı yerler. Burada türkçe kuralları uygulanıyor, orada çekim kuralları uygulanıyor. İşte nasıl ki türkçe kurallarını bilen ve cümleyi yazacak gücü olan ve türkçe kurallarını uygulamayı, mesela başka bir dilin kurallarını uygulamaya tercih edecek bir iradesi olan, bir bilinç olmadığı sürece türkçe kurallarının kendisi bir yazana gereksinim uymadan tek başına bu cümleyi yazamıyorsa; aynı şekilde kütle çekim kuralını ve uygulayacak gücü olan ve kütle çekim kuralını tam da olması gerektiği değerlerde uygulamayı uygulamamaya tercih edecek, bir iradesi olan, bir bilinç olmadığı sürece kütle çekim kuralı o topu düşüremez.
"Mert topu attı" cümlesi nasıl yazarını tanıtıyorsa, topun yere düşme fiiliyatı da yazarını tanıtır. Türkçede ki alfabeler ve dilbilgisi kuralları nasıl tek başına bir cümleyi yazabilir? Ancak türkçe bilen ve dilbilgisi kurallarıyla yazabilecek bir bilinç olmadan bir cümle nasıl yazılabilir ? Türkçe yasaları kendi başına nasıl bir cümleyi yazabilir ? Cümlenin yazılması için bir yazara gerek var öyle değil mi? Bu sin derece rasyonel bir mantık. Lakin gel gör ki kütle çekim kanunları da tek başına nasıl bir yasayı meydana getirebilir ki? Yerin kendisinde bilinç, idrak, irade var mı ki bu topu yere düşürme güce sahip olabilesin?
Bu arada bizim doğa yasaları dediğimiz şeyler, mevcut düzenli hareketleri yeteri kadar inceleyip, formülize ettiğimiz, adını koyduğumuz sembolik şeyler. Bizim evrende düzenlikleri görüp not aldığımız şeyler. Olan olaya matematiksel bir isim takmak. Önce olayı görüp bir isim takacağız sonra o olayı bu isim yapıyor diyeceğiz. Böyle bir mantıksızlık olabilir mi? Kendi isimlendirdiğimiz yasalara mı tapacağız?
-Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz? (Kur 'an Saffat 95)
-Bunlar sizin ve atalarınızın taktığı isimlerdir. (Kur 'an Necm 23)
Yaprağı çekim yasası düşürür mü? O yasayı,o düşme olayına bakarak biz ürettik zaten, biz tanımladık. Yasa, sadece olayın sadece hangi şartlarla yapıldığını bize anlatır. Tıpkı türkçe kurallarının, bir cümlenin hangi şartlarla yazıldığını anlatması gibi. Kendisi bir şey yapamaz yani.
Şimdi olayın biyolojiye, canlılar alemine bakan kısmını inceleyeceğiz ki asıl halt burada başlıyor kanımca.
Doğada zigot deve sürecini ele alalım. " Devenin yaratılışına bakmaz mısınız? diye ayette geçen emre bir bakalım.
Yeni doğan bu deve yavrusu neden tam da yaşayacağı çoğrafyaya uygun şekilde ayakları geniş ve vücudu hörgüçlü, kirpikleri uzun ve yoğun? Zigotta dışarının çöl olduğunu görecek bir göz, fazlaca su depolanmasını gerektiğini ve kuma batmayacak ayak genişliğini hesaplayacak bir ilim, idrak,bilinç yok diyip hayretle bakmamız gerekirken " çünkü, onun DNA'sında bu kodlu yanıtını alıyoruz. Bakınız bunun karşılığı; "peki o DNA'yı oraya kodlayan kim?" değildir. Gerçi bu da hoş bir yanıt ama sorgulamaya devam edin, ilerlemeye devam edelim. Şu DNA konusu da aklımıza bir perde olarak çekilen ve o yukarda bahsettiğimiz yasalara yapma olayını andırıyor.
Örnegin siz değişim mimarilerle süslenmiş, farklı özellikleri olan, tarihi bir camiyi hayranlıkla inceleyerek ustasını tanımaya çalıştığınızı hayal edin.
İşte bakıyorsunuz camiiye, " çok iyi matematik biliyormuş, akustikten de anlıyormuş, çok hasasmış, büyük ustaymış vs. diyecekken biri geliyor ve size diyor ki; " kardeş gözlemleyemeyip, ölçemeyeceğimiz şeylere inanmanız bilimsel değildir. Hani nerede o usta dediginiz? Görebiliyor musunuz onu burada? Öyleyse bu usta masalına inanmanıza gerek yok. Ben size bu caminin nasıl yapıldığını bulacağım. " diyor ve biraz arayıştan sonra elinde bir defterle geri dönüyor. Proje defteri, caminin projesi. Gerçekten de caminin hangi özelliği varsa, hepsi ayrıntılı bir şekilde proje defterinde var. Bunun üzerine diyor ki; " işte bu camiyi yapan şey bu projenin kendisidir. Sizin hayran kaldığınız tüm bu özellikler, bu projelerin içinde var. Yani öyle usta masalına inanmanıza falan hiç gerek yok. Tesadüf demiyorum ki; projenin yasaları yaptı diyorum. "..
Şimdi bu insana ilk cevabımız ; " peki o projeyi kim çizdi o zaman?" olmaz. Hoş o da doğru bir soru ama yerinde bir cevap veremezsen o adamın düştüğü o gürültülü duruma düşer ve onu ifşa edemezsin. Burada vurgulamamız gereken şu ; ya proje cami yapabilir mi? Proje cami yapmaz. Caminin oluşması için o projeyi bilen ve uygulayacak gücü olan ve o projeyi tam da oradaki değerlere uygun şekilde uygulamayı uygulamamaya tercih edecek, iradesi olan birisi gerekiyor. İşte biz zigot deve sürecinde böyle birini göremiyoruz.
DNA canlıların projesi, kodu. Ama o projeyi bilecek, ilmi her tarafa hükmederek uygulayabilecek kudreti ve projeyi tam da oradaki koda uygun şekilde uygulayacak ve iradesi olan nedir?
Ne DNA'nın kendisinde, ne onu bölen helikazda, ne diğer enzim ve elemanlarda bu sıfatları bulamıyoruz. Tüm bu elemanların periyodik cetveldeki ölü maddelerin dizilimden ibaret olduğunu görüyoruz, o kadar. Üstelik o her kimse, bir diğer çöldeki devenin karnına da hükmetmeli çünkü aynı kod şuanda orada da uygulanıyor. Ve hatta güneşe de hükmetmeli çünkü buradaki fiziğin hareket yasalarına orada da uyuluyor. DNA diye süslü bir isim takman olayı çözmüyor.
Bir yaprağının yere düşüşünün her anında bir ölçü var. F=(G*My/r2) m.
Bu ölçüyü hesaplayacak ilmi ve bilinci ne yaprakta ne yerde göremiyoruz. " diyip alim olanı bulacağımız zaman "bir yaprak onun ilmi olmadan düşmez (Kur'an Enam 59)" ayetini daha duymamış bile olsak, aklımız bu gerçeği önceden tasdik edeceği zaman, ne yazık ki irrasyonel olarak bunu çekim yasası yapıyor cevabını alıyoruz.
Ya yasa yaprağı yere düşüremez; yasayla yaprak düşürülür. Türkçe kuralları cümle yazamaz. Türkçe kurallarıyla cümle yazılır. Proje camiyi dikmez, projeyle cami dikilir. Çekim yasasını uygulayan kim? Soru bu. Lakin pek çok zihin yıllarca bu soruları soramadan bu dogma zihne maruz bırakılıyor.
Allah'ı tanımaya vesile olması gereken fen bilimleri dersi, Allah'tan uzaklaştırıcı bir mahiyet alıyor. Neden? Çünkü herkes okudukça olayların açıklandığını zannediyor. Bugüne kadar ve hala devam eden müfredatta yaprağı yerin kendisi çekiyor söylemiyle vurgulanan ve yer çekimi kanunu bize yıllarca dayatmış olmalarıyla beraber, biz akıl sahipleri ve özgürlük diye haykıran bizler bu durumu neden sorgulayamıyoruz? Bilim sorgulanamaz mı? Ki bilimi bilim yapan sorgudur. Din en derinine kadar sorgulanırken bilim neden sorgulanmıyor ey akıl sahipleri? Bugün baktığımızda dogma ve karanlık olarak nitelendiren din, bilimden daha çok sorgulanıyor. Esas sorgulanmayan daha doğrusu sorgulamamıza izin bile vermeyen bilim bağnazları hemen yobaz diye bizleri yaftalamaktadır. Sorgulamak mı yobazlık? Biz elbette bu eleştiriyi yaparken bilime karşı olmayıp -ki bilim yapmanın Allah'ın emri olduğunu Kuran'dan öğrenmekteyiz- biz bilimi kendi emellerine alet eden natüralist ve pozitivizt inancını taşıyanlara bir eleştiri getirmekteyiz.
Yaprağın yere düşme olayını yere vermek de bir inançtır ve Allah yapıyor demek de bir inançtır. Çünkü yaprağı yerin düşürdüğüne dair elimizde somut ve doğrudan bir bilgi yok. Biz eylemin bizzat izlenimi değil de bizde zihnimizde verdiğimiz ideaya göre yorum yapmaktayız. Laboratuvar ortamında gözlemleyemediğimiz, bizim haberimiz olmadan sanki bize gözlemlenen bir şeyi gösteriyor olup aslında inanç olanı bize paket halinde sunulduğunu farkediyoruz. Gelin bunun üzerine bazı düşünürlerin nedensellik söylemlerine bakalım.
NEDENSELLİK ÜZERİNE
1-) DAVID HUME
David Hume da nedenselliğin bir alışkanlık olduğunu ve ona şüpheyle yaklaşılması gerektiğini söyler. Hume’un bilinen bir örneği vardır bu konuda; şimdiye kadar güneşin yükseldiğini o kadar çok görmüşüzdür ki yarın da güneşin doğacağına eminizdir. Oysa yarın güneşin doğacağına inanmak için (yani geçmiş deneyimlerimize güvenmek için) mantıklı bir sebep yoktur. Güneşin doğacağını düşünmemizin nedeni geçmiş izlenimlerimizdir.
Hume nedensellik ilkesine kuşkuyla yaklaşır ve şu soruyu sorar: Nedenselik idesinin kökeninde ne var?
Mademki ideler izlenimlerin kopyalarıdır, bize nedensellik idesini veren izlenim hangisidir ya da var mıdır? Onun bu soruya yanıtı olumsuz olmuştur: Nedensellik idesine karşılık gelen bir izlenim yoktur. O hâlde nasıl oluyor da zihnimizde nedensellik idesi bulunmaktadır? Objeler arasındaki belirli ilişkileri deneyimlediğimiz zaman zihnimizde bir nedensellik idesi doğmuş olmalıdır: Biz neden ve etkiden söz ettiğimizde; biz A, B’nin nedenidir, demek isteriz. Ama A ve B arasındaki ne türden bir ilişki bu söyleme yol açmaktadır? Deneyim bize üç ilişki göstermektedir: Birincisi yakınlık ya da art ardalık, ikincisi zamanda öncelik ve üçüncüsü sürekli birliktelik.
Biz tüm bu ilişkilerde daima A’nın B tarafından izlendiğini görürüz; ama bir başka ilişki daha var ki sağduyu çoğunlukla nedensellik deyince bunu anlar; bu da A ile B arasında zorunlu bağlantının bulunduğudur. Oysa ne art ardalık ne zamanda önceli, ne de sürekli birliktelik nesneler arasındaki “zorunlu” bağlantıyı bize gösterir. Ama Hume’a göre, biz nesneleri bireysel olarak düşündüğümüz zaman onları birbirinden bağımsız olarak düşünürüz; biri ötekini ima etmez. Örneğin oksijenin hiçbir gözlemi bize hidrojenle birleştiğinde suyu vereceğini ima etmez; biz bunu sadece ikisini birlikte gördükten sonra biliriz. Bundan dolayı biz sadece bir nesnenin varlığını bir başkasından deneyim aracılığıyla çıkarımlayabiliriz.
Biz art ardalık, öncelik ve sürekli birliktelik izlenimlerine sahip olduğumuz gibi zorunlu bağlantıların izlenimine sahip olamıyoruz. Böylece nedensellik nesnelerde gözlemlediğimiz bir nitelik değildir. Ama daha çok A ve B örneklerinin tekrarından üretilen bir çağrışım alışkanlığıdır.
Hume’un analizine göre, olgulara dair deneyim, bir neden-sonuç ilişkisinden ziyade, bir korelasyona dayanır. Bu analize göre, bizim deneyimimiz, aslen, bir olayın bir diğer olaya sebebiyet verdiğinin değil ama bir olayın bir başka olayı izlediğinin deneyimidir. Nedensellik, bir İzlenime dayandırılamaz. Ve bu nedenle de temellendirilemeyen bir ideadır. Hume’un analizinin sonucunda ortaya çıkan şey, olgular söz konusu olduğunda işlerlik gösterdiği düşünülen neden-sonuç ilişkisinin, özünde, bir alışkanlıktan, bir inançtan fazlası olmadığıdır. Gerek a priori akıl yürütme, gerekse de deneyim temel alınmak suretiyle kanıtlanması imkânsızdır. Kısacası, neden-sonuç ilişkisine dayanan her türlü akıl yürütme ve pratik, kesin bir bilgi değil ama olsa olsa olası bir öneri, bir tahmin sunabilir.
2-) KARL POPPER
Karl Popper ise nedenselliğe inanmanın metafizik olduğunu söyler fakat şunu ekler: “Şimdiye kadar hiç siyah kuğu görmemiş olmamız siyah bir kuğu olmadığı anlamına gelmez.” Öyleyse aksini görene kadar nedenselliğe güvenebiliriz. Nedenselliğe karşı şüphemizi ise yitirmemeliyiz. Suyun üstüne konan ateş kaynar. Kaynamayabilir de. Kaynamadığını görene kadar buna güvenebiliriz fakat kaynamayacağı ihtimalini görmezden gelemeyiz.
3-) TOLSTOY
Tolstoy daldaki elmanın düşmesi için dua eden ve o esnada elmanın daldan düştüğünü gören bir çocuğu örnek verir. Elmanın daldan neden düştüğünü botanikçi farklı, fizikçi farklı, çocuk ise daha farklı bir sebeple açıklayacaktır. Kim haklıdır? Nedensellik konusu yaratıcıya kadar vardırılabilir. Her şey birbirinin nedeniyse, nedensellik doğası gereği bir ilk nedene ihtiyaç duyar. Bu da zorunlu varlığı gerektirir.
Nedensellik ilkesi süregelen yıllarca tartışmaya açık olmuş ve üzerinde şüpheye dair edinimler bugün kuantum fiziğine kadar gelmiştir. Bu ilkenin kuantum fiziğine kadar olan kısmına değinmeyeceğiz. Lakin görüyoruz ki nedenselliği kendisinde güç,idrak ve irade olmayan bir faile vermek bir yanılsama olup doğrudan gözlemlenmeden bizim alışkanlıklar silsilesinden doğan yorumlardan dolayı olduğunu görüyoruz. Peki biz nedensellik ilkesini inkar mi ediyoruz? Hayır, biz her şeyin mutlak ve doğrudan nedeni Allah'tır diyoruz. Nedensellik budur.
KAYNAKÇA:
•https://sorularlarisale.com/makale/bediuzzamana-gore-allahin-varligina-iliskin-bilginin-bilimselligi?amp
•http://www.risaleinurenstitusu.org/sebepler-tecrubi-bilgi-ve-bilimsel-bilgininin-degeri-meselesi/
•https://www.google.com/amp/s/evrimagaci.org/bilimsel-yontem-1-bilim-dahilinde-hipotezler-kanunlar-bilimsel-gercekler-ve-teoriler-6/amp
•https://www.birikimdergisi.com/guncel/9553/humeun-nedensellik-analizi-uzerine-bir-inceleme#:~:text=Hume'un%20Nedensellik%20Analizi%20%C3%9Czerine,Hasan%20Cem%20%C3%87al%20%7C%20Birikim%20Yay%C4%B1nlar%C4%B1&text=Nedensellik%2C%20ger%C3%A7ekle%C5%9Fen%20her%20olay%C4%B1n%20bir,sonu%C3%A7lar%C4%B1%20do%C4%9Furaca%C4%9F%C4%B1n%C4%B1%20belirten%20bir%20kavramd%C4%B1r.&text=Dolay%C4%B1s%C4%B1yla%2C%20denebilir%20ki%2C%20bilim%2C%20nedenselli%C4%9Fi%20varsaymaks%C4%B1z%C4%B1n%20i%C5%9Flerlik%20g%C3%B6steremez.
•https://www.youtube.com/c/KafileTR
•https://youtu.be/jwxmG0fzQug
•https://youtu.be/T0YLTlwAkuo
Yorumlar
Yorum Gönder