"Ne düzeni abi yaa! Evrende düzen yok ki; hayvanlar birbirini yiyor, depremler, seller oluyor, sakat çocuklar doğuyor. Ne düzeni ? Kaos, her yer kaos. Hem kaos teorisi var fizikte.. vs. " gibi söylemlerle ajitasyon, demogoji ve kavram kargaşasıyla kıvrılmaya çalışılan bu yüzeysel tepkinin ne kadar geniş ölçekte bakılmadığı ve sorgulamaktan uzak olan bu kaos iddiasını furkan anlayışıyla irdeleyerek aksine evrende muazam bir düzen olduğuna dair argümanlarla söz edeceğim.
Şimdi şu kavram kargaşasını bir anlayalım. Bizim evrende olduğunu iddia ettiğimiz ve yaratıcının varlığına delil saydığımız düzenle, depremde insanların ölmesinin, hayvanların birbirini yemesinin veya çocukların hasta olmasıyla bir alakası yok. Bunlar ayrı konular ve kötülük problemi adı altında ele alınması elzemdir. Bu sorunlar yaratıcının varlığıyla yokluğuyla ilgili değil ancak çok merhametli olup olmamasıyla argümanlar olabilir.
Ama bizim yaratıcının varlığına delil saydığımız fiziksel düzen; depremlerin oluşu, iki yıldızın çarpışmasını, bir çocuğun vücudundaki hasta hücrelerini hareketlerini falanda kapsayan inanılmaz bir kurallık sistemi. Neyi kastediyorum?
Şimdi metropol hayal edin. Bu metropolde düzen olup olmadığını nasıl anlarız. Öncelikle kanunlar, kurallar olmalıdır doğru mu? Sosyal kurallar, trafik kuralları farklı parçalar için farklı kurallar. Misal okulda öğretmenler için ayrı kurallar, öğrenci için ayrı kurallar. Veya yolda kamyon şoförleri için kurallar, taksi şoförleri için ayrı kurallar, yayalar için kurallar vs. Mesela kırmızı ışıkta durmalısınız. Amma bu düzen için yetmez. Asıl önemli olan bu kurallara uyuluyor olmasıdır. Amerika'da kurallar olmasına rağmen, insanlar kurallara yeterince uymadığı için Amerika trafiği düzenli değil deriz. Amma Norveç'te kırmızı ışık kuralına %99 oranda uyulduğu için Norveç trafiği gayet düzenli deriz. Öyleyse düzen olması için herhalde söyle söyleyebiliriz:
1-) Kurallar, kanunlar olmalı. Genel kurallar ve parçaların kuralları..
2-) Bu kurallara, kanunlara parçalar tarafından uyulduğu zaman düzen çıkar.
Peki şimdi bu soruları evren için soralım;
Genel veya özel kanunlar var mı? Varsa bu kanunlara parçalar tarafından ne kadar uyuluyor?
Bakınız bu soruları sormak bile başta fizik olmak üzere evrenle ilgilenen bütün bilim dallarına, ürettiğimiz teknolojilere hakaret olur. Çünkü bilim, evrendeki parçaların genel geçer kurallar olduğu ve kurallara zaman bağımsız, mekan bağımsız şeklinde uyulduğu ön kabüluyle yapılır.
Mesela bilim, aynı yüke sahip iki parçacığın belli bir yasayla birbirini ittiğini defalarca gözlemledikten sonra, bütün aynı yüklü parçacıkların birbirini ittiği genellemesini yapar. Oysa bize bin ışık yılı mesafedeki yıldızın parçacıkların üzerinde deney falan yapmamışızdır; ama orada da bu yasaya itaat edildiğini bize kabul ettiren şey evrendeki düzendir. Çünkü birbirinden ayrı trilyonlarca parça şu anda aynı yasayla hareket ediyorlar.
Mesela iki hidrojen atomuyla bir oksijen atomun birleşip bir molekül oluşturduğunu ve bunun belli kurallarla, belli uzaklarla,belli açılarla olduğunu defalarca gözlemledikten sonra bütün su molleküleri için bunun böyle olduğunu saptarız. İşte birbirinden habersiz trilyonlarca H2O molekülünün aynı kurallara uyduğunu bilimle izah ediyorsak ve belli bir sıcaklıkta donma durumuna geçip bir kareografi sergiler gibi belli geometrik şekiller aldığını söylüyorsak ve bunun buradaki su molekülü için geçerli olduğu gibi Alaska'da şuan donan bir su molekülü için geçerli olduğunu söylüyorsak işte bu evrendeki düzen sayesinde birbirinde ayrı parçaların aynı kurallarla hareket etmesi sayesindedir. Sadece H2O molekülünden bahsettim, daha bunun gibi kendi kuralları olan bir sürü molekül var. İşte burada kendisini natüralizme hapseden bilimin boşluğunda taa Big-Bang' de değil ilk canlıda da değil tam şu anda olduğunu bize gösteren çok meşru bir soru doğuyor. Birbirinden habersiz trilyonlarca parça şu anda neden ve nasıl aynı kurallara uyabiliyorlar? Bunu öylece kabul bu ettik ? Çünkü bütün fizik evrendeki hareketler hakkındaki bütün sözüm ona açıklamalar bu ön kabule dayanıyor.
Örneğin evrimci bir ateistin kaostan bahsetmesi trajik bir vaka. Çünkü evrim teorisi için çok temel olan fosil bilim paleontolojide fosillerin yaşının hesaplanmasında kullanılan pek çok yöntem elementlerin her birinin belli kurallarla hareket ettiği ön kabulüne dayanır. Kaldı ki aslında bütün kimya bilimin olması buna dayanır. Kimyasal düzene inanmadan evrim teorisinden bahsetmeleri mümkün değil.
Bakın sadece bir örneğe bakıp geçelim. Bugün siz karbon 14 atomunun belli bir yarı ömrü olduğunu ve bu sürede yarısının şu formülle azot atomuna dönüşüp beta ışıması yaptığını ve bunun bütün karbon 14 atomları için geçerli olduğunu düşünmeden ne kimya yapabilirsiniz ne de fosil yaşı hesaplamada bu metodu kullanabilirsiniz.
Şu anda birbirinden ayrı laboratuvardaki bilim insanlarının çeşitli amaçlar için karbon 14 testi yapabilmelerin altında bütün karbon 14 atomlarının kendi radyoaktif kurallarına uyduğuna olan güven var. Deneyleri yaparken, kullandıkları mikroskopların onları yanılttığından şüphe etmemelerin altında inceledikleri cisme çarpıp mikroskoptan geçip gözlerine kadar gelen fotonların her birinin optik kurallara anbean uyacağı olan inançların yattığından bahsetmiyorum bile.
Peki neden ve nasıl? Bakın milyarca yıl önce olanla değil tam da şu anla ilgili bütün kimyayı, optik fiziği üzerine kurduğumuz bir soru bu. Birbirinden ayrı trilyonlarca foton veya atom şu anda neden ve nasıl aynı kurallarla hareket ediyorlar? Bunu yapabilecek özelliklere sahipler mi? Değillerse bu özelliklere sahip birini aramamız gerekecek, biz akıl sahipleri olarak.
Kendilerine natüralist ideolojiler dayatılan tüm öğrencileri ve tüm bilimseverleri bu soruları sorgulanmasına davet ediyorum. Eğer size bu maddelerin milyonlarca yıllık tarihinden bahsetmeye kalkarlarsa, bu soruların bir saniye ile alakalı olmadığını ısrarla hatırlatıyorum. Daha bunlarla ilgili binlerce örnek verilebilir. İvmelenen her yükün manyetik alan oluşturduğu genellemesi, bütün kütle için kütle çekimi genellemesi, momentum korunumu genellemesi,optik yasalar vs. vs. Bakın bunların deprem gibi olayların kapsadığını unutmayın. Yani bir deprem olurken veya iki yıldız çarpışırken veya bir kanser hücresinin vücuttaki hareketi falan da belli kurallarla oluyor. Kaos yok. Ha neden oluyor peki? Hikmeti nedir bunun? Bu kötülük problemiyle ilgili, bunu başka bir başlıkta konuşuyor olmanız gerekecek. Amma oluyor yine de dimi belli düzenli kurallarla? Harekette yine düzen var. Örneğin deprem bilimi var (sismoloji) ve aletlerle depremin niceliğini ölçmemiz hatta ve hatta deprem olacağını önceden yordamamız da bir düzen sayesinde değil midir? Düzen olmasaydı nasıl deprem bilimini yapabilirdik ki? Dolayısıyla evet. Evren fiziksel, biyolojik,kimyasal, elektronik kurallarla doludur ve bu kurallar sayesinde bilim yapabiliyoruz. Burası bilim yapabildiğimiz bir yer bunu hiç düşündünüz mü? Burası bütün ayrıntılarıyla matematiksel eşitlikler, formüller bulabildiğimiz bir evren. Burada nasıl kaostan bahsedebiliriz? Kaos olan bir yerde bilim yapabilir mi? Kaos adı üstünde kuralsız, düzensiz bir düzlemde incelenemeyen bir yer. Kaosta kanun bulamazsınız, kaosta olaylar formülize edilmez.
Bilim, zaten evrende işleyen yasa ve ilkeleri tespit eder. "Evrende düzen yoktur" demek, "evrende yasa ve ilke yoktur" demektir. Bu da bilimi inkar etmek demek olur. Evrende düzen yok kaos var diyenlerin bilimi nasıl inkar ettiğini görebiliyor musunuz?
Eğer evrende kaos olsaydı, parçalar rastgele hareket etseydi; tek bir formül bulabilmemiz, evrene dair tek bir bilim dalının oluşması mümkün olmazdı. Ve teknolojide üretemezdik. Evet şu anda elimizdeki teknoloji; bilgisayarlar,makineler,robotlar, yapay zeka ürünleri vs. Evrende elektronikle ilgili kuralların kusursuz bir şekilde uygulanacağına olan güven sayesinde üretilebiliyorlar. Şu an monitörünüz veya telefonunuzun görüntüyü sağlıklı olarak vermesi, internette bağlı olup veri çekebilmeniz, fabrikadaki özel makinelerin yaptığı hareketler,yapay zekadaki devrelerin doğru çalışması vs. Hepsi mikrodan makroya katman katman trilyonlarca parçacığın ve dalganın kendi elektronik, mekanik, optik, kuantum istatiksel gibi birçok yasaya uyması sayesinde oluyor. Peki neden ve nasıl? Birbirinden milyarlarca ayrı mesela proton, şu anda neden ve nasıl uyabiliyorlar. Fiber kablolardaki milyarlarca foton, nasıl aynı kanunlarla hareket edebiliyorlar?
Eğer bu sorulara cevap veremiyorsak ki özgür olmayan bir akıl bunlara cevap veremez. O zama daha ürettiğimiz teknolojinin bile nasıl çalıştığını bilmiyoruz demektir. Çünkü bütün hepsini bunlar üzerine bina ediyoruz.
KAOS TEORİSİ
Bir de istismar edilen şu kaos teorisine gelelim. Fizikteki bu tanımın mutlak düzenin zıddı anlamındaki kaosla hiçbir alakası yoktur. Bir örnekle inceleyelim. Bir sarkacın hareketini göz önünde bulunduralım. Asla aynı hareketi tekrarlamaz. Fizikteki bu harekete "kaotik hareket" deniyor ve doğada üç cismin etkileştiği hemen tüm hareketler öyledir. Bir çeşit hareketlerin özgünlüğü, orijinalliği. Peki bu yazı boyunca bahsettiğimiz düzenle çelişmekte midir? Yani sarkaç yasalara aykırı şekilde mi hareket ediyor? Elbette hayır. Sarkaç ve tüm mollekülerin enerji momentum korunumu,kütle çekimi, eylemsizlik gibi pek çok yasaya hareketi anbean uyuyor. Fizik dilinde bu harekete kaotik denmesinin sebebi bizim sistemin belli bir süre sonra nasıl hareket edeceğimizi hesaplanamıyor oluşumuzu ifade ediyor. Yoksa yasalara aykırı hareket davranıyor oluşundan kaynaklı değil.
Mesela dumanın havada dağılması veya şelaledeki suların hareketi bize kaotik ve rastgele görünebilir. Mesela yine bu yüzden bu kadar sistemlerimiz, uydularımız vs. olmasına rağmen en fazla yedi sekiz günlük hava tahmini yapabiliyoruz. Bunun nedeni havanın durumunu etkileyen girdilerin çok sayıda fazla karmaşık olmasıdır. Ama bu demek değildir ki hava moleküleri yasasız hareket ediyorlar. Veya bu demek değildir ki o şelaladeki su molekülleri kuralsız şekilde hareket ediyorlar. Hayır, tüm bu olaylardaki moleküller yine fizik kurallarına uyar. Su yine belli kurallarla donar. Isı geçişi yine yüksek olandan düşük olana doğrudur. Rüzgarın, kar tanelerinde bir yasasızlık göremeyiz. Gözümüzü tekrar tekrar çevirip baksak yine göremeyiz. Bütün bu moleküllerin hareketinde enerji değişimlerinde, ısı alışverişlerinde düzenli davranmalarından zaten ısı ve sıcaklık,basınç, enerji gibi başlıklarla biz bu hareketleri inceleyip formüller üretebiliyoruz. Bizim onların hareketlerini çok fazla girdi olduğu için belli bir süreden sonra tahmin edememiz onların yasasız hareket ettiği anlamına gelmez.
“Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bak: Herhangi bir kusur görebilir misin? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.” (Mülk, 67/3-4)
TERMODİNAMİĞİN 2.YASASI OLAN ENTROPİ
Termodinamiğin ikinci yasası olarak bilinen entropi kanunu evrenin bir nizam ve düzene sahip olduğunu göstermektedir. Çünkü entropi, evrende kendi haline, doğal şartlara bırakılan tüm sistemlerin zamanla doğru orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya doğru gideceğini söyler. Diğer bir deyişle entropi yasası her şeyin yıprandığını söyleyen yasadır. Canlılar yaşlanır ve ölür, otomobiller paslanır ve evrendeki düzensizlik artar.
İşte, Albert Einstein, Jeremy Rifkin, Sir Arthur Eddington gibi ünlü bilim adamları tarafından kabul gören entropi yasasına göre, evrenin “bir düzensizliğe” doğru gitmesi, “daha önce bir düzenin” olduğunun göstergesidir.
Evrende düzen olmasaydı ne olurdu? Bir kaç örneklerle irdeleyelim;
• Güneş’in çapı, Dünya’nın çapının 103 katı kadardır. Ancak Samanyolu galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır.
Ancak Samanyolu galaksisi de uzayın geneli düşünüldüğünde çok “küçük” bir yer kaplar. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar!
•Eğer yıldızlar biraz bile birbirlerine yakın olsalar, dünyada yaşam olması imkansız olur. Dünyada yaşam olması için uzaydaki şu andaki orandaki devasa boşluğun olması gerekiyor. Çünkü çekim kuvvetleri buna oranlı. Aynı zamanda Dünya’nın, uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu denli büyük boşluklarla dolu oluşu.
•Eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş’e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş’in gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı.
Uzaydaki denge her gezegen için ayrı ayrı kurulmuştur. Çünkü gezegenlerin Güneş’e olan uzaklıkları çok farklıdır. Dahası, kütleleri çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş’e yapışmaktan ya da Güneş’ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
• Karbon temelli organik bileşikler (örneğin proteinler) sadece belirli bir ısı aralığında var olabilirler. 120 °C’den yüksek ısılarda parçalanmaya, -20 °C’den düşük ısılarda donmaya başlarlar. Sadece ısı değil, ışık, yerçekimi, atmosfer bileşimi, manyetik güç gibi etkenlerin de karbon bazlı bir yaşama izin verebilmeleri için çok dar ve belirli bazı sınırlar içinde olmaları gerekmektedir. Dünya, işte tam bu dar ve belirli çerçevedeki sınırlara sahiptir. Eğer bu sınırların herhangi biri bozulsa, örneğin Dünya’nın yüzey ısısı 120°C’yi aşsa, artık Dünya üzerinde yaşam olamaz.
• Yaşam sadece çok sınırlı bir ısı aralığında mümkündür… ve bu ısı aralığı Güneş’in ısısı ile mutlak sıfır arasındaki muhtemel ısıların yaklaşık % 1′lik bir bölümünü oluşturmaktadır. Dünya’nın ısısı, tam bu dar aralıktadır.
Dünya’nın ekseninin 23°27´lık eğimi, kutuplarla ekvator arasındaki atmosferin oluşmasında engel oluşturabilecek aşırı sıcaklığı önler. Eğer bu eğim olmasaydı, kutup bölgeleriyle ekvator arasındaki sıcaklık farkı çok daha artacak ve yaşanabilir bir atmosferin var olması imkansızlaşacaktı.
• Dünya sadece 24 saatlik bir süre içinde kendi etrafını dolaşır ve bu sayede geceler ve gündüzler kısa sürer. Kısa sürdükleri için de gece ile gündüz arasındaki ısı farkı çok azdır. Bu dengenin önemi, bir günü bir yılından daha uzun süren ve bu yüzden gece-gündüz arasındaki ısı farkı 1000°C’yi bulan Merkür ile karşılaştırıldığında görülebilir.
• Dünya’nın büyüklüğü tam olması gerektiği kadardır. Daha küçük olsa yerçekimi çok zayıflayacak ve atmosferi Dünya’nın etrafında tutamayacaktı, daha büyük olsaydı bu kez de yerçekimi çok artacak ve bazı zehirli gazları da tutarak atmosferi öldürücü hale getirecekti.
• Şu anda atmosferde bulunan okijeninin oranı, yani yüzde 21, yaşamın güvenliği için aşılmaması gereken sınırların tam ideal noktasındadır. Yüzde 21′in üzerine artan her yüzde birlik oksijen oranı, bir yıldırımın orman yangını başlatma olasılığını %70 artıracaktır.
● Yeryüzündeki Dengeler:
•Yerçekimi;
-Eğer daha güçlü olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da yaşam için çok olumsuz olurdu.
-Eğer daha zayıf olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı.
• Güneş’e uzaklık;
-Eğer daha fazla olsaydı: Gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen buzul çağına girerdi.
-Eğer daha yakın olsaydı: Gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkansızlaşırdı.
• Yer kabuğunun kalınlığı;
-Eğer daha kalın olsaydı: Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi.
-Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkansız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu.
• Dünya’nın Kendi Çevresindeki Dönme Hızı;
-Eğer daha yavaş olsaydı: Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu.
-Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgarları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkansızlaştırırdı.
• Ay ile Dünya Arasındaki Çekim Etkisi;
-Eğer daha fazla olsaydı: Ay’ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, Dünya’nın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri olurdu.
-Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu.
• Dünya’nın Manyetik Alanı;
-Eğer daha güçlü olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu.
-Eğer daha zayıf olsaydı: Güneş Rüzgarı denilen ve Güneş’ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya’nın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkansız olurdu.
• Yeryüzünden Yansıyan Güneş Işığının, Yeryüzüne Ulaşan Güneş Işığına Oranı
-Eğer daha fazla olsaydı: Hızla buzul çağına girilirdi.
-Eğer daha az olsaydı: Sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, Dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır daha sonra kavrulurdu.
• Atmosferdeki Oksijen ve Azot Oranı:
-Eğer daha fazla olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı.
-Eğer daha az olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı.
• Atmosferdeki Karbondioksit ve Su Oranı:
-Eğer daha fazla olsaydı: Atmosfer çok fazla ısınırdı.
-Eğer daha az olsaydı: Atmosfer ısısı düşerdi.
Fizik kanunları yüksekten düşen bir cismin gittikçe hızlandığını söyler. Buna göre kilometrelerce yukarıdan dökülen yağmur suları dünyaya birer mermi gibi inmesi gerekirdi. Bir sağanağın yeryüzünde ne var ne yoksa tahrip etmesi, kafataslarımızı delip beyinlerimize işlemesi gerekirdi. Halbuki yüce Allah'ın koyduğu eşsiz düzen ve kanunla göklerden inen yağmur damlaları bizi okşarcasına akar gider ve ölüm yerine hayat, felâket yerine bereket getirir.
• Ozon Tabakasının Kalınlığı
-Eğer daha fazla olsaydı:Yeryüzü ısısı çok düşerdi.
-Eğer daha az olsaydı:Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş’ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı.
• Sismik (Deprem) Hareketleri
-Eğer daha fazla olsaydı: Canlılar için sürekli bir yıkım olurdu.
-Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi.
● HASSAS AYAR ARGÜMANI
Evrenin başlangıcındaki kritik madde yoğunluğu biraz daha az olsaydı evrendeki tüm madde dağılırdı. Eğer kritik madde yoğunluğu daha fazla olsaydı bütün madde hemen kapanacaktı. Her iki durumda da ne galaksiler ne yıldızlar ne de dünyamız ne de canlılık oluşurdu.
Evrenin başlangıcındaki homojen yapısı da galaksilerin oluşmasının bir şartıdır. Başlangıç homojenliğindeki ufak bir azalma galaksilerin oluşmasına izin vermeyecek ve tüm maddenin kara deliklere dönüşmesi sonucunu doğuracaktı. O zaman da var olamayacaktık.
Evrende entropi sürekli artmaktadır. Bu ise evrendeki başlangıç anında çok düşük entropili bir başlangıcın olması gerektiği anlamını taşır. Bu hassas ayar olmasaydı evrendeki düzensizlik hayata olanak tanımazdı.
Bin Bang'den sonra açığa çıkan protonlar ile antiprotonlar ve notronlar ile anti notronlar birbirini yok eder. Canlılığın oluşabilmesi için proton sayısının anti protonlardan ve notron sayısının anti notronlardan çok olması gerekiyordu ve öyle olmuştur.
Canlılığın varlığı galaksinin içinde belli koşulları sağlayan Galaksi Yaşanılır Alanlarının ortaya çıkmasına bağlıdır ve bu alanlar oluşmuştur.
Yerçekimi kuvveti yasa olarak var olmasaydı canlılık oluşmazdı. Aynı zamanda yerçekimi kuveti daha şiddetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden kara deliklere dönüşürdü.Eğer daha zayıf olsydı,kimya tablosundaki elementlerin çoğunu oluştrucak yıldızlar oluşmazdı.
Güçlü nükleer kuvvet çekirdekteki proton ve nötronları bir arada tutar. Bu kuvvet olmasaydı canlılık olamayacağı gibi bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı hidrojen dışında hiç bir atom dolayısıyla canlılık oluşamazdı. Bu kuvvetin şiddetinin farklı olması da yine süreci bozardı.
Elektromanyetik kuvvet daha şiddetli olsaydı kimyasal bağların oluşumunda sorun çıkardı. Eğer daha zayıf olsaydı da kimyasal bağların oluşumu sorunlu olurdu ve canlılık için mutlak gerekli olan atomlar oluşamazdı.
Zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı canlılık için gerekli süreçler olumsuz etkilenirdi. Eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı da yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenicekti ve canlılık oluşmayacaktı.
Hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. Bu atomlardan karbonun oksijen atomunun rezonansına oranı daha yüksek veya daha düşük olsaydı, bu atomların yıldzların içindeki oluşum süreçlerinde çıkacak sorunlardan canlılık için gerekli atomlar oluşamazdı.
"Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. Eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı. "
"Zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvvetinin belli hassas ayarlamalar gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun şekilde de yaratılmaları gerekmektedir. Bu hem galaksilerin ve yıldızların hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir. Bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: Çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040’da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşumundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeyecek seviyede olurdu."
Argümanlarla, diyalektik ve mantık dahilinde görüyoruz ki; evrende bir düzen olduğu apaçık ve o kadar kesinken, bazı çevrelerin kendi ideolojilerini yüceltme ve duyurma uğruna bilimle çelişme durumunu bile göze alarak, yüzeysel bir şekilde evrende düzen yok kaos var, demesinin ne kadar abes olduğu ortadadır. Bunların evrende düzeni kabul etmemelerinin sebebi yaratıcıyı kabul etmekten hoşlanmadığının ve bunun psikolojik bir durum olduğunun bariz göstergesidir.
Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer suresi, ayet 49)
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, onu belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (25 Furkan Suresi, 2)
O'nun katında herşey bir ölçü iledir.
(Rad suresi,8.ayet)
Yorumlar
Yorum Gönder