Matematiğin felsefi kökenleri/dayanakları
Matematik bir bilim olarak Yunanlılar tarafından ortaya koyuldu. Onlardan önce matematik yok muydu sorusu sorulabilir. Elbette vardı, fakat bilim şeklinde değildi. Yani pratik bir matematik vardı. Adamlar karşılaştıkları sorunlara cevap vermekle yetiniyorlardı.
Yani soyutlama yapamıyorlardı ve bu nedenle, hiçbir zaman, sadece akıl yürüterek çözülebilecek bir şey olarak görmediler matematiği.
Ticaret mi yapiyorlar, tarla mı bölüyorlar, hep duruma has, pratik olan bir işlem yapıyorlardı. Dolayısıyla teoremleri yoktu.
Mesela Herodot bize, Mısırlıların her sene tekrarlanan Nil'in tasmasi hakkında hiçbir açıklamalarının olmadığını, buna karşın Yunanlılar'ın bu konuda üç teori ortaya koyduklari aktardıktan sonra, kendisi bu üç teoriyi de beğenmeyerek, yeni bir açıklama atar ortaya.
Thales de Mısır'a gidip, her sene Nil taşkınlarından sonra, tarlaların sınırlarını yeniden belirleyen kadostro çalışanlarıyla konuştuktan sonra, burada var olan problemin, tamamiyle, zihinsel bir yol izlenerek, evrensel bir şekilde, çözülebilecegini anliyor. Fark burada işte!
Dolayisiyla, Yunanlılarla birlikte, pratik matematikten teorik matematiğe geçiliyor. Matematik, ideal nesnelerin olduğu ve bundan ötürü de, akıl yürütmeyle çözülebilecek bir alan halini aliyor, ki bu da ispatlanabilirlik fikrini getiriyor. Yunan'ın dışındaki matematikte, ispatlanabilirlik fikri yoktur, çünkü matematik teorik bir sey değildir buralarda. Bu sebebledir ki, Hint, Babil, Mısır, vs. matematiginden bahsetmek (en azından bir bilim manasında) doğru değildir.(Sıfırı bulmuş olmak, matematik yapmak demek değildir)
Yunan'ın da bunu yapabilmesi, felsefe dolayısıyladır.
Felsefeyi, matematiğin esası haline getirdiği için, soyutlama ve de deduction yapabilmekte, ve böylece, matematiktiği, teorik bir alana taşıyabilmektedir.
Heidegger söyle der: "Her bilim, esasinda, felsefedir".
Matematik bilmek bir üstünlük olarak kabul edilir. Ayrıca, evrenin görünüşünün arkasında ne yattığını anlamak için matematik eğitimi almak gerektiğini düşünen Platon’un, Akademi’sinin kapısına, “Geometri bilmeyen girmesin” diye yazdırdığı rivayet edilir.
Thales, Sufu kralının piramidinin yüksekliğini hesaplarken, iki benzer üçgenin karsilikli elementleri arasındaki bağlantıları hesaplamıştır.Yani, felsefeyleyen bir matematik söz konusudur Yunanlılar'da, ki "Yunan mucizesi" denilen olay da budur Pratikten teoriye geçebilme yetisi!
Dünyaya teorik olarak bakabilme, evrenin, aklın gösterdiği kurallara tabii oldugu fikri, diğer bilimler gibi, matematiğin de, var olabilmesinin şartıdır. Bu bakış açısı ise, felsefedir. Yunan dışında diğer yerlerde felsefe olmadığından, bilim de var olamamıştır.
Hipotez ortaya atmak, bunu tamamiyle zihinsel olarak izlemek, evrende var olan her şeyi, aklın gösterebileceği ve üzerinde de herkesin anlaşabileceği fikri, ancak ve ancak, her şeye önceden cevabın verilmediği yerde mümkün olabilir. Felsefe, her türlü otoriteyi yerle bir edip, insanı sadece aklıyla başbaşa bıraktığından, bilimi içinden çıkabilmiştir. Bu olay bu kadar basittir aslında!
Bu anlayıştan ötürü, mesela Platon hareketi, matematiğe ve daha da özelde geometriye indirme ( fikrini ortaya atar ki, Descartes'in matematiği ve felsefesi bu olacaktır (dolayısıyla teknolojinin).
XVII. asırda gördüğümüz Bilimsel Devrimin esasını oluşturan fikir "Doğanın dili matematiksel karakterle yazılmıştır" (Galileo'nun sözüdür), bilimsel bir söz değil, felsefi bir anlayıştır, bakıştır.
Her şeyin, akılla anlaşılabileceği fikrinin bir devamıdır.
Şu halde, matematiğin ve devamında teknolojinin Yunan ve onun devamı olan Batı dışında görünmemesi, anlaşılmaması, gayet normaldir, çünkü adamların dünyaya bakış tarzı, bunun tam karşısında yer almaktadır.
Son söz olarak şunu söyleyeyim: Matematiğin esası meselesi, felsefi bir meseledir (matematiksel veya bilimsel bir mesele değildir. Bugünkü var olan kafa karışıklığı, bu ayrıntıyı anlayamamaktan ötürü gelmektedir).
Matematik bir bilim olarak Yunanlılar tarafından ortaya koyuldu. Onlardan önce matematik yok muydu sorusu sorulabilir. Elbette vardı, fakat bilim şeklinde değildi. Yani pratik bir matematik vardı. Adamlar karşılaştıkları sorunlara cevap vermekle yetiniyorlardı.
Yani soyutlama yapamıyorlardı ve bu nedenle, hiçbir zaman, sadece akıl yürüterek çözülebilecek bir şey olarak görmediler matematiği.
Ticaret mi yapiyorlar, tarla mı bölüyorlar, hep duruma has, pratik olan bir işlem yapıyorlardı. Dolayısıyla teoremleri yoktu.
Mesela Herodot bize, Mısırlıların her sene tekrarlanan Nil'in tasmasi hakkında hiçbir açıklamalarının olmadığını, buna karşın Yunanlılar'ın bu konuda üç teori ortaya koyduklari aktardıktan sonra, kendisi bu üç teoriyi de beğenmeyerek, yeni bir açıklama atar ortaya.
Thales de Mısır'a gidip, her sene Nil taşkınlarından sonra, tarlaların sınırlarını yeniden belirleyen kadostro çalışanlarıyla konuştuktan sonra, burada var olan problemin, tamamiyle, zihinsel bir yol izlenerek, evrensel bir şekilde, çözülebilecegini anliyor. Fark burada işte!
Dolayisiyla, Yunanlılarla birlikte, pratik matematikten teorik matematiğe geçiliyor. Matematik, ideal nesnelerin olduğu ve bundan ötürü de, akıl yürütmeyle çözülebilecek bir alan halini aliyor, ki bu da ispatlanabilirlik fikrini getiriyor. Yunan'ın dışındaki matematikte, ispatlanabilirlik fikri yoktur, çünkü matematik teorik bir sey değildir buralarda. Bu sebebledir ki, Hint, Babil, Mısır, vs. matematiginden bahsetmek (en azından bir bilim manasında) doğru değildir.(Sıfırı bulmuş olmak, matematik yapmak demek değildir)
Yunan'ın da bunu yapabilmesi, felsefe dolayısıyladır.
Felsefeyi, matematiğin esası haline getirdiği için, soyutlama ve de deduction yapabilmekte, ve böylece, matematiktiği, teorik bir alana taşıyabilmektedir.
Heidegger söyle der: "Her bilim, esasinda, felsefedir".
Matematik bilmek bir üstünlük olarak kabul edilir. Ayrıca, evrenin görünüşünün arkasında ne yattığını anlamak için matematik eğitimi almak gerektiğini düşünen Platon’un, Akademi’sinin kapısına, “Geometri bilmeyen girmesin” diye yazdırdığı rivayet edilir.
Thales, Sufu kralının piramidinin yüksekliğini hesaplarken, iki benzer üçgenin karsilikli elementleri arasındaki bağlantıları hesaplamıştır.Yani, felsefeyleyen bir matematik söz konusudur Yunanlılar'da, ki "Yunan mucizesi" denilen olay da budur Pratikten teoriye geçebilme yetisi!
Dünyaya teorik olarak bakabilme, evrenin, aklın gösterdiği kurallara tabii oldugu fikri, diğer bilimler gibi, matematiğin de, var olabilmesinin şartıdır. Bu bakış açısı ise, felsefedir. Yunan dışında diğer yerlerde felsefe olmadığından, bilim de var olamamıştır.
Hipotez ortaya atmak, bunu tamamiyle zihinsel olarak izlemek, evrende var olan her şeyi, aklın gösterebileceği ve üzerinde de herkesin anlaşabileceği fikri, ancak ve ancak, her şeye önceden cevabın verilmediği yerde mümkün olabilir. Felsefe, her türlü otoriteyi yerle bir edip, insanı sadece aklıyla başbaşa bıraktığından, bilimi içinden çıkabilmiştir. Bu olay bu kadar basittir aslında!
Bu anlayıştan ötürü, mesela Platon hareketi, matematiğe ve daha da özelde geometriye indirme ( fikrini ortaya atar ki, Descartes'in matematiği ve felsefesi bu olacaktır (dolayısıyla teknolojinin).
XVII. asırda gördüğümüz Bilimsel Devrimin esasını oluşturan fikir "Doğanın dili matematiksel karakterle yazılmıştır" (Galileo'nun sözüdür), bilimsel bir söz değil, felsefi bir anlayıştır, bakıştır.
Her şeyin, akılla anlaşılabileceği fikrinin bir devamıdır.
Şu halde, matematiğin ve devamında teknolojinin Yunan ve onun devamı olan Batı dışında görünmemesi, anlaşılmaması, gayet normaldir, çünkü adamların dünyaya bakış tarzı, bunun tam karşısında yer almaktadır.
Son söz olarak şunu söyleyeyim: Matematiğin esası meselesi, felsefi bir meseledir (matematiksel veya bilimsel bir mesele değildir. Bugünkü var olan kafa karışıklığı, bu ayrıntıyı anlayamamaktan ötürü gelmektedir).
Yorumlar
Yorum Gönder