Ana içeriğe atla

Felsefeye giriş

Şimdi ilk önce felsefe ne demek?
Bütün Avrupa dillerinde (Flemenkçe hariç ki mana olarak aynen tercümesi ama) Yunancadan gelen şekliyle, yani filo-sophia olarak var. Bir kere kelime Yunanca. Peki Yunanlar bu kelimeyi nasıl anlıyorlardı diye bakmak lazım.
Yunancada philo, sevmek anlamina gelir, sophia da bilgelik. Yani bilgeligi sevmek, onun peşinden gitmek demek.
Felsefe ilk kez M.Ö. 7. yy. da Thales'in "Doğanın ana maddesi (arke) nedir? sorusuna yanıt arama çabaları ile başlamıştır. Öğrencileri Anaximenes ve Anaximandros ile kurdukları Elea Okulunda evrendeki tüm varlıkların ana maddesini araştırmışlardır.
Thales, evrenin ana maddesi "su"dur diyerek evrene ilişkin “dinsel olmayan” bir açıklamada bulunmuştu. Milattan önceki dönemlerden felsefenin doğuşuna kadar geçen süreçte,her şeyin nedeni mitolojide aranmaktaydı. Şeyler açıklanırken, dinsel temeller üzerine çıkarımlarda bulunularak olaylara ve nesnelere bu yönde yorumlar geliştirilirdi. Örneğin, bir doğa olayı olarak gerçekleşen şimşek çakması gibi olaylar, dinsel temelde Tanrıların insanlara sinirlenmesi ve bunun sonucunda da bağırıp çağırıp yeryüzüne mızraklar fırlatması olarak yorumlanabilmekteydı.Fakat sonrasında İyonya uygarlığında ortaya çıkacak olan felsefe, bu şimşek çakması olayının gerçekleşmesini başka bir nedende aramış ve bu duruma mantıklı bir açıklama getirmeye çalışmıştır.

Milattan Önce 6. yüzyılda antik Yunan, bugünkü Yunanistan ve Anadolu’nun Akdeniz ve Ege kıyılarında gelişmiş ekonomileriyle şehir devletleri tarzında yaşamlarını sürdürmekteydi. Diğer medeniyetlerin düşünüş, bilim, teknik ve matematik gibi alanlarındaki etkinliklerini kendilerinin bu alandaki ürünleriyle sentezlemişlerdir. Bu sentezin o dönemin inancı olan mitoloji ile kaynaşması, felsefeyi ortaya çıkarmıştır. Thales, bugün insanlığın ortak birikimi olan felsefenin ilk filozofu olarak kabul edilmektedir. Thales, evrenin ana maddesi "su"dur önermesiyle evrene ilişkin açıklamasıyla doğa bilimlerinin temelini atmıştı. Thales'le başlayan bu süreç felsefe tarihinde "doğa felsefesi" olarak adlandırılmaktadır.

Aristoteles'e göre bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler. İnsanı insan yapan özelliklerin en önemlisi onun kendisini ve çevresini tanımak ve bilmek istemesidir.
  Bilgi, bilen (insan) ile bilinen (nesne) arasındaki ilişkiden edinilmiş bir üründür.
Felsefe de bilgi türleri vardır. Bunlardan bazıları: gündelik bilgi,teknik bilgi,felsefik bilgi vs...
Felsefeden önce de bilgelik vardı ve bu sıfata sahip kişiler vardı. O halde felsefenin getirdiği yenilik, fark ne burada?
Platon («Phaidros, 281b) bunu izah ediyor: philo-sophia, sophia nin karşısında yer alarak kendini var ediyor, yani ona karşı pozisyon alarak var oluyor.
Bu şu demek: İnsan bilge olamaz. Felsefenin esasi bu!
 Peki bilgelik ne? - Insanın bilgiye ulaşıp, Varlığı ve varoluşu tamamıyla anlayabilmesi, kavrayabilmesi. Buradaki bilgelik insana verilmis, ezeli ve ebedi olan, ve de insandan istenen tek şeyin, ona bulup, ona uyması istenen seydir.
Dolayısıyla bilgelik durgun, stabil bir şeydir, çünkü mimari zaten insan degildir, onu aşan bir şeydir. Insan bu bilgeligin, yani ezeli ve ebedi şekilde kesin ve doğru olan ve insanüstü varlıklar tarafindan insana bahsedilen bu hikmetin dışına çıkarsa, helak olur, bu anlayışta. Intemporel olarak, yani zaman dışı olan bu gerçek, insanin rolünü ve konumunu, kozmos içindeki hiyerarşideki yerini ve ne yapıp, yapmaması gerektigini zaten önceden belirlemiş ve de insandan bağımsız bir otorite var burada. Soruya gerek kalmadan her seyin cevabi var zaten onda.
Ortadogu'da gördügümüz ilk devletler (Sümer, Babil, Misir, vs.) bu otoritelere bağlı yapılardır. Buradan kalan efsanelerde gördügümüz üzere (Marduk, Enkidu, vs), burada insandan istenilen sey, ezeli ve ebedi olan bu döngüdeki yerine razı olup, yaşamak ve ölmektir.
Jan Patocka, burada özgürlükten bahsedilemeyecegini, çünkü insanin ancak helak olmamak üzerine var oldugunu ve kendinden bağımsız bir otoriteye uymasi gerektigini ve de kendisinin, kozmosun işleyişinden ayrı olmadığını (buna yeltenirse zaten helak olur) yazar.
Bu anlayışı iyi kavramak lazım. Insan, varoluşuyla ve davranışlarıyla kozmozun isleyisinde bir yere sahiptir ve eger kendisine verilmis olan misyona uymazsa, bu kozmozun isleyisinde aksaklikliga sebeb olur. (Mesela günah işlediğinden dolayi deprem olmasi, yağmur yağmaması, yaratilis gayesine uymadığında kargaşaların olması  gibi).
(Ortadogu'da var olan devletin her şeyi denetleyen ve her seyi biçimlendirmesi gereken bir aygıt olarak anlaşılmasının altında da bu tasavvur var. Devlet, bizzatihi bu kozmosun işleyişini sağlayan en önemli mekanizma, onun dışında bir alan olması düşünülemez).
Dolayisiyla burada bir BIREY'den bahsedemeyiz. Yani evrene dışarıdan bakıp, «şunun sebebi şudur veya şu olabilir» diye bir anlayışa sahip olamaz insan.
Buradan iki sonuç çıkıyor (ki birbirine bağlı ikisi de): 1- Bu anlayışın hakim oldugu yerde politika olamaz çünkü politikanin esasi olan çoğulculuk ve her insanin görüsünün izafi kabul edilmesi burada söz konusu olamaz. 2- Burada bilim var olamaz, çünkü izafiyet diye bir sey yok.
Bilimin ve politikanin var olabilmesi için, insanın, kozmoza, dışarıdan ve sadece kendinden hareketle bakıp yorumlayabilmesi ve yaptığı bu yorumun izafi oldugunu, diğerlerinin yorumlarıyla çarpıştırılıp, kendi görüşünün yanlış çıkabilme ihtimalini kabul etmektir.
Yani hiçbir bağlayıcı otoritenin olmamasıdır. Bilgelik denilen sey, bu otoritedir. Bilimin ve politikanin önünde engel olarak duran unsurdur. Yunan'da ilk kez insanın bilgelige erişemeyeceği, yani sürekli sınırlı ve izafi şekilde bilgi sahibi olabileceği anlayışı çıkıyor ortaya.
Yunan'da bilim ne zaman ve kimler tarafindan ortaya konuldu?- Bunu da tarihiyle ve isimleriyle biliyoruz. Felsefeyi bilgelikten ayıran baska bir fark da bu. Felsefe, kadim olan, eskilerden gelen, kim tarafından bulunduğu belli olmayan, kökeni efsaneyle karışan bir şey değildir.
Tam aksine, adını, şanını bildiğimiz, ne isle uğraştıkları ve nerede yaşadıkları belli olan insanlar tarafindan bulunmustur. Burada gizli, esrarengiz, insanin anlaması mümkün olmayan bir şey yoktur. Her şey son derece berrak ve açıktır.
Dolayısıyla felsefe kadim bir sey degildir, her yerde ve her zaman görülen bir olay degildir. Tam aksine, tarihsel bir vak'adir, doğduğu belirli bir mekan ve zaman vardır.
Bizim Milet'li Thales ile Anaximandros'tur. Thales, Mısır'a gittiğinde, Nil'in her taşmasından sonra, tarlaların sınırlarını ve yüzölçümlerini yeniden hesaplayan kadostro çalışanlarıyla konustuktan sonra su sonuca variyor:
Abstraction (soyutlama) yapmak suretiyle, her yerde, her zaman yani üniversel sekilde geçerli olacak ve de sadece akıl yürüterek bir formül bulunabilir. Iste bilim dogusu bu andır. Abstraction ve deduction yapabilerek bir sonuca varabilme. Yunan'i digerlerinden ayıran fark bu.
Mısır'da ve Babil'de de bugün Thales teoremi diye bildiğimiz formüle benzer şeyler vardı fakat bunlarda olan matematik, pratik matematikti, her duruma ayri sekilde uygulanan. Mesela Nil mi taştı, bir bina mi yapılacak, hep, o duruma has, dolayısıyla pratik bir matematik vardi.
Yunan'la birlikte pratik matematikten, teorik matematiğe geçiliyor. Bu, artık gerçek şeylerle değil de, ideal şeylerle matematik yaparak, ve de böylece sadece akıl yürütmeyle sonuca varabilme yetisini getiriyor. Bu olmadan bilim olmaz. Iste «Yunan Mucizesi» denen sey budur.
Yunan'i bunu yapmaya iten sey, Varlık karşısında duydugu afallama,şaşkınlıktır, yani felsefedir. Platon, felsefenin baslangici, Varlığın var olması karşısında duyulan o şaşkınlık hissidir diyor («Théétète, 144d). Bu his onu Varlığı deduction yaparak anlamaya itiyor.
Şu sorulabilir? -Yunan dışında insanlar Varlığın var olması karşısında şaşırmamışlar mıydı ve de bu onları var olanı anlamaya itmemiş miydi? Hayır, şaşırmamışlardı, çünkü onlarin zaten var olanın neden var olduğuna dair cevapları vardı. Yunan'da ise böyle bir cevap yoktu.
Yani Varlığı akıl ile anlayabilmenin d'art la, insandan bagimsiz bir otoritenin olmamasıdır, yani felsefedir. Bundan dolayıdır ki, Heidegger, «Eger felsefe olmasaydi, bilim var olamazdı » demektedir.
Dolayısıyla Hint, Babil, Mısır, vs. biliminden veya felsefesinden bahsetmenin bir manasi yoktur. Diğer bir husus, bunlardan Yunan'a bir geçis olmamıştır, tam aksine Yunan bir kopuştur, radikal bir yol ayrımıdır. Heidegger bunun için Yunan'i bir zelzele olarak nitelendiriyor.
Simdi Thales'e dönelim: «Her sey sudur» diyor. Yaptığı gözlemler ve akıl yürütmeleri onu bu sonuca götürüyordu (her seyde su bulunuyor fikri, vs).Burada önemli olan husus, var olanı anlamakta, hiçbir dogmaya dayanmayan, sadece gözlem ve akıl yürütmeye dayanan bir metod izlemesi.
Dünya için de şöyle bir hipotez atıyor ortaya: Dünya suyun üzerinde duruyor, ve sallandikça, depremler oluyor.Talebesi Anaximandros buna karsi çikiyor.Iste esas bilimin dogma anı bence bu an.Hocasının dediği sırf kendi bakışına dayandığı ve de sınırlı olduğu için, elestirebiliyor.
Popper bunun üzerinde hayranlıkla durur. Felsefenin, insanin bakışının izafi oldugu anlayışını getirmesi eleştiriyi ve dolayısıyla bilim ve özgürlügü getirir. «Thales, senin yaptığın soruya cevap vérifiera, tam aksine onu es geçiyor, diyor Anaximandros.
Diyelim ki dünya suyun üzerinde duruyor, peki su neyin üzerinde duruyor? Böylece sürekli soru öteye atılıyor. Bence dünya sonsuz boşlukta (aperion) duruyor. Böylece senin muhatap olduğun soruya kökten cevap verilmiş oluyor.
Patocka, felsefenin, bilimin ve politikanin, yukarıda kısaca değindiğim sebeblerden ötürü, aynı anda, Yunan'da birlikte doğduğunu yazar. Bu üçü, doğuşları esnasında, birbirini tetikleyicidir ve tek amaçlari ÖZGÜRLÜKTÜR.
Bilim ve politika, felsefenin bir sonucu olarak ortaya çıktı demiştik en son. Felsefenin, zamani olmayan otoriteyi yıkarak, insanın ayağının altındaki zemini kaydırması, onu sahneye çıkmaya ve kendini var etmeye itmistir. Tarih ilminin ilk olarak Yunan'da doğmasının sebebi de budur.

Özetle;felsefe,mitolojilerden,inançlardan,otoritelerden bağımsız olarak akıl ile varlığı,doğayı anlama amacıyla ortaya çıkmış düşünce sistematiğidir.
Merak ve şüpheyle başlayan felsefe, kendisini akla dayanan nedenlerle, gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışan bireysel, eleştirel, reflektif, bütüncül ve tutarlı bir düşünme faaliyetidir.
 Felsefede soru sormak bir araç olup amaç tatmin olma ve anlama gayretidir.

Şimdi gel gelelim felsefenin özelliklerine.

Felsefenin Özellikleri

a. Felsefe hakikatı araştırırken tüm zamanlar için geçerli olabilecek bilgiler ortaya koymaya çalışmaz.
b. Felsefe var olan her şey üzerinde düşünür. Onların neden başka türlü değil de, böyle olduklarını ve nereden geldiklerini yorumlar, onların içerikleri hakkında sorular sorar.
c. Felsefede sorular sorularak hakikat aranır; hatta bu sorular cevaplarından daha önemlidir.
d. Felsefe var olan şeylerin bütünü üzerinde durur ve var olan şeylerin ortak olan, birleştirici olan niteliğini ortaya koymaya çalışır.
e. Felsefe ile toplum arasında çok yakın bir ilişki vardır. Birbirlerinden etkilenirler.
f. Felsefenin sorularını filozof sorar. Filozof ile diğer insanların soru sorma biçiminde farklılık vardır. Günlük sorularda eylemde bulunmak, felsefenin sorularında ise aklın gücüne başvurmak gerekir.
g. Felsefe yapmak kolay değildir. Ancak zahmetli ve uzun bir uğraşın sonunda düşünmeyi becerenler felsefe yapabilir.

Felsefenin İşlevleri
a. Felsefe sayesinde binlerce yıldan beri ortaya konan fikir ve düşünceleri, bu düşünceleri yansıtan kavramları tanıma olanağı ortaya çıkar.
b. İnsanların anlama ve gerçeği görme ihtiyaçlarını giderir.
c. Felsefe büyük oluşum ve düşüncelerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
d. İnsanların her şeyi olduğu gibi kabul etmeleri yerine daha iyiye ulaşabilmek için sorgulayabilmelerine katkıda bulunur.
e. Felsefe henüz bilinmeyen konular üzerinde düşünmemizi sağlayarak, dünya görüşümüzü genişletir.
f. Felsefenin yöntemleri insana hemen her konuda akıl yürütebilmesi için gerekli temelleri sağlar.
g. Felsefe, ürettiği sorularla bilime yardımcı

 Felsefi Düşüncenin Nitelikleri

Felsefi düşünce, insanın merak ve hayretine bağlı olarak soru sormanın sonucu olan ve insanla, insan yaşamıyla ilgili problemlere karşı eleştirici yani sorgulayıcı bir düşünce türüdür.

• Felsefi düşüncede sorular cevaplardan daha önemlidir. Çünkü felsefede verilen cevaplar son ve kesin cevaplar değildir.

• Felsefi düşünce refleksif bir düşüncedir (Düşüncenin kendi üzerine tekrar yönelmesi refleksif düşüncedir). Yani felsefi düşünme sadece sorgulananı tek taraflı düşünme değildir. Aynı zamanda sorgulamanın kendisini veya sorgulama sonucunu da sorgulamaktır. Bu çift yönlü bir düşünmedir.

• Felsefi düşünce, eleştirici ve sorgulayıcı bir düşüncedir.

• Felsefi düşünce akla dayanan bir düşüncedir.

• Felsefi düşünce temellendirmeye dayalı bir düşüncedir.

• Felsefi düşüncenin analiz (çözümleyici) ve sentez (kurucu) gibi işlevleri vardır.

Felsefenin Çeşitli Alanlarla İlışkisi

•Felsefe-Bilim: Başlangıçta felsefe ile bilim birleşik bir durumdaydı. Tüm bilimler, önce matematik olmak üzere farklı zamanlarda felsefeden ayrılmışlardır. Felsefe de, bilim de sistemli bir şekilde hakikati ararlar. Düşünme ilkelerine uyarlar, eleştiriye açıktırlar, evreni, insanı, yaşamı açıklamaya çalışırlar.
Bunlara karşılık aralarında önemli farklılıklar vardır. Felsefe evreni bir bütün olarak ele alır ve daha çok soyut olaylarla ilgilenir.
Bilim ise kendisini duyu organlarıyla sınırlamıştır, doğayı ve evreni parçalara bölerek inceler. Felsefe bilginin temeline inmeye çalışır. Bilim, bilgi edinmeye çalışır ama bilginin temelini irdelemez.

•Felsefe ve Din: Felsefe dine karşı değildir; felsefe için din, incelenecek konulardan sadece biridir. Felsefenin konusu içerisine giren bazı sorunlar dinin de konuları arasında yer alırlar.
Fakat felsefe ile dinin problemlere yaklaşımları çok farklıdır. Felsefe, problemleri akla, mantığa ve gerçeğe dayanarak çözmeye çalışır. Eleştiriler yapar. Oysa dinde esas olan imandır. Cevaplardan kuşku duyulamaz.

  7Geçmişte sapkın addedilen, kabulü imkânsız görülen ve dolayısıyla yasaklanan ne kadar çok fikrin, günümüzün en sıradan doğruları haline gelmiş olduğunu acaba hiç düşündük mü? Tıpatıp aynı düşünen, aynı şekilde yaşayan, aynı şeylere inanan atom ya da klonlardan oluşan bir toplumun gelişip ilerleyebilmesi mümkün olabilir mi acaba? İnsanlara birbirleriyle barış içinde geçinmeyi öğretebilecek; onların farklılıklarını, çatışmalarının değil de iş birliklerinin temeli yaptıkları zaman çok daha mutlu ve müreffeh yaşayabileceklerini, felsefe dışında gösterebilecek bir şey var mıdır? Gerçeği öğrenme hakkına sahip olduğumuzu, hakikati öğrenmenin daha iyi olduğunu bize gösteren felsefe değil midir? Unutulmamalıdır ki düşünme, tartışma, fikirlerimizi ifade etme özgürlüğümüz olmadığı sürece, ne gerçeğe ulaşabilir ne de hakikati bilebiliriz. Zira gerçekler özgürce çarpı şan farklı düşüncelerden doğar. Aksi takdirde geriye kalan tek alternatif, hataların ve yanlışların bize zorla kabul ettirilmesine boyun eğmek olur. Bunu bize gösteren de felsefedir, felsefecilerdir. Barış ve demokrasiye yaptığı söz konusu katkı bir yana, aslında felsefe, büyük çağdaş düşünürlerden Alfred North Whitehead’in (1861-1947) de söylediği gibi, “her türlü medeni çabanın gerisinde bulunması gereken kavrayış ve basireti, değer ve önem duygusunu yaratan” en önemli güç olmak durumundadır.


KAYNAKÇA;
•Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve "Sosyolojiye Giriş" Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Diğer Ders Notları (Ömer YILDIRIM), MEB Felsefe Ders Kitabı

• http://www.yenifelsefe.com/felsefenin-toplumsal-islevleri-ve-felsefenin-toplumsal-onemi

• http://www.felsefe.gen.tr/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sağcılık ve Solculuk nedir arasındaki farklar ve tarihsel kökeni..

Sahi siyasetteki "Sağcı" ve "Solcu" Kavramları Nerden Geliyor? Tarihsel kökeni nedir? Kendini, ‘Ben sağcıyım’ veya ‘solcuyum’ diye nitelendirilen arkadaşlar, şöyle bir toplanın bakalım. Sağcı kimdir, solcu kime denir, hep beraber öğrenelim; Sağcılık ve solculuk kavramlarının kökenini Fransız ihtilaline kadar geri götürebiliriz. Fransız ihtilalinin çalkantılı dönemlerinde 16.Laouis karışıklıkların daha fazla büyümemesi için halkı toplantıya çağırmıştı. Adı her ne kadar halk meclisi olsa toplantıda son söz ve veto hakkı kralın elindeydi. Halk ekmek derdindeyken,kral,soylular ve kilise varolan haklarını koruma ve daha fazlasını elde etme arzusundaydı. Bu mecliste kralın sağındakiler var olan düzeni savunurken,solundaysa halk destekçisi yenilikçiler vardı. Şöyle ki meşrutiyetçiler yani kralın yerinde kalmasını fakat bir meclisle yönetimi paylaşmasını savunanlar sağ tarafta oturuyorlardı. Muhafazakarlardı ve radikal değişim taraftarı değillerdi. Solda

Sevgi tüm kötülüklerin kaynağıdır.

B ugüne kadar hayatımıza çocukluktan itibaren tüm kavramsal etik değerleri hiç sorgulamadan, iç İnsanlık tarihi boyunca ihtiyaç duyduğumuz ve mukaddes bir duygu olan sevginin ne kadar elzem bir tutum olduğu inkar edilemez bir gerçekliktir öyle değil mi? Peki sevginin iyilikle ve kötülükle ilişkisi nedir? Sevgi iyi midir kötü müdür? Sevgi kötülüğe dönüşebilir mi? Ne yazık ki evet. Sevdiği bir kadını bir erkek neden öldürür? Para ve güç sevgisi nedeniyle neden zulümler revaçta? Çocuk sevgisiyle ebeveynlerin çocuklarına olan faşizmi hiç de azımsanmayacak değildir. O halde neden? Sevgi tüm insanlığı kapsayan bir durum değil midir? Ne yazık ki pek de kapsayıcı görünmüyor. Çünkü birine ya da birilerine yahut bir gruba, dine, ideolojiye sevgi beslediğiniz vakit onun karşıtı olan her şeyin karşısında olup hatta nefret edersiniz. Sevginin seçim olduğu her halükarda apaçık olup beraberinde karşıtını oluşturduğu ve bununla beraber, bölünmelere yol açtığını ifade edebilir miyiz? Marks’ın sözleri i

Transhümanizm çağı: Üst insan mi oluyoruz?

 İnsanlık tarihimiz bugüne her türlü badireler atlatarak; önceleri hayatta kalma güdüsüyle daha sonra alet yaparak ve en sonunda doğaya hükmederek muhtelif yollardan geçmekle sürekli bir gelişme göstermiştir. Bu gelişme duracak gibi de değildir. Hayatını kolaylaştırmaya doğru gelişme sağlayan yaralarını saracak teknolojiye gelinen noktada; insanlık tarihi ne kadar savaş gibi utanç verici kötülükler yaşıyor olmasına karşın beraberinde çok iyi işler de yapmaktadır. Yerleşik hayatla medeniyeti de oluşturan insan ırkı barbarlık ve hayvani benliğini de arkasında kısmen de olsa bırakarak hümanizmi benimsemiş ve insana değer vererek medeniyet öncesi karanlığı gerisinde bırakmıştır. Hümanizmle sosyal hayatı etik ve normlarla düzen sağlayan, bilim yapan insan ırkı; artık makinelerle iş yapmakta ve makinelerle birleşerek üst insan çağına giriş yapmıştır bu yüzyılımızda. Nedir bu üst insan çağı? Transhümanizm çağı.. Transhümanizmi ne olduğunu irdeleyerek bu üst insan modelimizin ne olacağını göre